Anneme Mektup

Anne Habibehan Idris
Anne Habibehan Idris

Sevgili Annem,

Senin sesini en son 25 Nisan 2017 tarihinde duydum, seninle olan en son konuşmamızda.

Bugün tam 1095 gün oldu. Koca üç yıl geçti, o son telefon konuşmasının üzerinden. Senin sesini sanki daha bugün konuşmuşuz gibi hatırlıyorum. Senin ağladığını hatırlıyorum. Senin ne kadar korktuğunu unutmuyorum. Bana sizi bir daha arama dediğin andaki sesinin titreyişini hatırlıyorum. O zaman orada ne olduğunu tam olarak bilemesem de ailemize bugüne kadar işe görülmemiş bir baskı yapıldığı, bir annenin oğluna onu bir daha aramamasını istemesi ile apaçık görünüyordu.

2001 yılında sizinle Almanya’da görüştüğümüzde sen bana defalarca: “Oğlum, yiyeceğimizi yedik, göreceğimizi gördük. Bizim Allah’tan başka kimseden bir korkumuz yok. Kendin için seçtiğin yolda ilerlemeye devam etmelisin” demiştin.

Seni ve senin cesaretini çok iyi biliyorum Annem. Sen Çin’in baskıları karşısında yıllarca yakınmak yerine cesurca başını dik tutup, onlara korkusuzca boyun eğmeyen bir annesin. Ne oldu da sen bu kadar tedirgin oldun, neler yaşadın o gün.

Habibehan Hajim, Sevgili Annem, senin de bildiğin üzere ben babam Abdulkarim Hajim ile 2-3 gün de bir konuşurdum, ama senin sesini duymadığım bir gün bile geçirmemiştim. Annesinin kollarından ayrılmak istemeyen bir çocuk gibi, sana çok güçlü bir şekilde bağlı idim. 2010 yılında Amerika’ya geldikten sonra seni her gün arayabiliyordum. Her gün ama her gün seninle uzun uzun konuşurduk. Sen, benim için sadece kıymetli ve nazik bir anne olmadın, aynı zamanda hayatıma anlam veren bir nur, hürmet edilmesi gereken bir kadın ve düşünce dünyamın şekillenmesine yardımcı olan bir dost gibiydin.

Evden ayrıldığın 1982 yılında, birçok şeyi anlamayacak kadar çok gençtim. Hotan’da dini eğitim veren okula gittiğimde, ki bu aynı zamanda bir genç olarak ev ile ilgili işler ve diğer sorumluluklarımı yerine getiremeyeceğim anlamına geliyordu.

Daha sonra, 13 Mart 1986’da yurt dışına gitmek için vatanımdan ayrıldım sen de bütün hayatın boyunca biriktirdiğin 1000 doları bana verme fedakarlığında bulundun. Ki bunun anlamı benim için çok büyüktü. Mısır’da eğitim gördüğü 4-5 yıl süresince, çocuklarını gurbete göndermiş diğer annelerin onları özlediği gibi ben de senin acı çekmene neden oldum. Sana haber vermeden Kıymetli Annem, 1989 yılında hacca gittiğimde, Pakistan ve Mısır’dan gelen diğer Uygur öğrencilerle mukaddes Arafat beldesinde bir araya gelip mezuniyet sonrasında nasıl bir yol haritası izleyeceğimize dair istişarede bulunduk. Memleketimizin için vatanımızın için neler yapabileceğimiz sualine cevap aradık: Ne yaparsak daha faydalı olurdu? Tedrisatımızı tamamlayıp memleketimize dönersek iki seçenekle karşı karşıya kalacaktık. Birinci seçenek, Müslüman Uygur halkı için mücadele edecek ve neticede kısa bir süre sonra hapse atılacaktık. İkinci seçenek ise sahip olduğumuz manevi değerlerin ve öğrendiğimiz ilimlerin tam tersine bir hayat inşa edecektik. Her iki vaziyette de halkımıza hiçbir faydamız olamayacaktı. Tam bir açmazla karşı karşıyaydık. Sonradan, uzun vadede Uygur insanına yarar sağlayacak nasıl bir yol çizeceğimize karar verdik. Bu karar batı ülkelerine hicret etmekti. Böylece, senin iznini almadan diğer arkadaşlarla birlikte 9 Eylül 1990’da Almanya’ya yerleşmek üzere geldik. “Memlekete faydalı olmak uğruna vatandan ayrılma” çizgisinde ilk pratik adımı atmış oldum. Her ne kadar senden mesafe olarak daha da uzaklaşsam da sana daha da yakındım, Anneciğim. Çünkü ben, memleketime olan bir ‘aşk’ içindeydim. Bu ‘sevda’ beni, kalbimi takip etmeye, bu memleket arzusuna hizmet etmek için yollar bulmaya zorluyordu ve bu çıktığım bu yolda durmadan ilerlemeye, mücadele etmeye çağırmıştı.

Hala, ‘bizi bir daha arama’ dediğin günün acısını yaşıyorum. Kardeşlerimle, onları korumak adına ilişkimi kesmemin üzerinden 1-2 yıl geçmişti. En sonunda, o günden beri seninle olan irtibatımı da kaybettim. Sen telefonu kapattıktan sonra, kanım donmuş, adım atamamıştım. Başım öne düşmüş gözyaşlarına boğulmuştum. Bu o zamana kadar hiç hissetmediğim duygular tarafından esir alınmak gibiydi. Ruhumdan koparılmış, sonsuz bir ayrılık hissiyle yoğrulmuş hüzne boğulmuştum.

Bu, senin evinde bir aydan fazladır yaşanmaya devam eden acı dolu baskıların neticesiydi. Sen, neler yaşandığını, sorduğumda tam olarak bana anlatmasan da kardeşim Abdurehim’in Han Çinli aile tarafından bir köle gibi davranmaya zorlandığını biliyordum. Ki bu, nahoş ‘akrabalar’ hükümetin senin evine gönderdiği ve sizi kabul etmeye zorladığı ‘eş aile’ uygulamasıydı. Sana, “o utanmaz misafirler hala orada mı diye sorduğumda” sen sadece derin bir nefes alıp hiçbir şey söylemedin.

Vatanımız Doğu Türkistan’ın 1949 yılında Komünist Parti tarafından işgal edilmesinden buyana Çin’in vahşi zapt girişimleri çeşitli yöntemlerle devam ediyor. Çin hükümeti ilk olarak ailelerimizin saygınlığını ve onurunu kırmak istedi, atalarından devraldığı kervancılık işini yapan büyük dedem Idris Akhun’un atlarına ve mallarına el koyarak. Daha sonra, cennet bahçelerini andıran avlularımızı ve diğer yerleri yıktı. O dönemde yapılanlara karşı bir adım atılmadı. Çünkü, memleketimiz işgal altında olsa bile, dört duvar içinde az da olsa huzurluydun, orayı içinde özgürce hareket edebildiğin vatanın gibi görüyordun. Şimdi bu acımasızlıkla karşı karşıyayız, kendi onurumuz, kendi bahçemize, en son kalemize girilmesi ile maalesef ama maalesef zorla kırıldı. Bu parçalanmışlık senin nefes almanı zorlaştırıyor değil mi Anne? O döneme kadar var gücü ile çalışan babamın artık elinin kolunun bağlanması mı seni çaresiz durumu düşürdü? Kız kardeşlerimin tacize uğraması, büyük kardeşim Abdurehim’in köle muamelesine tabi tutulması mı senin ümitlerini yok etti? Torunlarının nasıl bir geleceğe sahip olacağını bilememe endişesi mi seni kuşattı?

Sen sadece benim ve kardeşlerim için anne olmadın, ayrıca akrabalarımızın ve komşularımızın çocuklarına da fedakarlığınla sevilen bir anne oldun. Senin bu kadar büyük felaketlere karşı nasıl dayandığını ve sabrettiğini biliyorum anne. Bu nasıl bir acımasızlıktır ki, benim melek gibi annemi, çığlık atmaktan dahi alı koyuyor? Memleketimizin her köşesini kaplayan bu acımasız elemden dolayı derin üzüntüler yaşadığın için mi artık bunlara katlanmak senin için imkansız hale geldi. Tarih boyunca, İnancımız, değerlerimiz, Yüce Kur’an’ımız insanlığın ruhu, medeniyetin beşiği vatanımız Doğu Türkistan’ın artık bir ‘Zindanistan’ olması mı artık senin kabullenemediğin?

Seninle irtibatımı kaybettiğimden beri harap haldeyim. Tarif edilmez elemler içindeyim. Artık gittikçe içime kapandım sesim çıkmaz oldu. Bir yere gitsem de aklım ruhu başka yerlerde. Bazen gerginlikler, huzursuzluklar içinde kayboluyorum. Bazen mantıklı düşünme hasletini bile kaybedebiliyorum. Benim ruhum damla damla yok oluyor gibi bazen. Aylar belki yüzlerce gün sonra bir akrabamız, bana Çin’li yetkililerden öğrendiği bir bilgiyi ulaştırdı, kardeşim Abdurehim Urumçi’de 1 numaralı hapishaneydi ve 21 yıl ceza almıştı. Kız kardeşlerim toplama kamplarına gönderilmişti ve ailemin durumu konusunda hiçbir haber alınamıyordu. Mesajın sonunda senin yaşadığın evin kilitlendiğini ve mühürlendiğini yazıyordu. Torunlarının ne durumda olduğunu sorduğumda ise kimse nerede olduklarını bilmiyordu. Bu haberi aldığım zamanda neler hissettiğimi hatırlıyorum, sanki ölüm döşeğindeymişim ve bu haber benim son nefesimi vermeme neden olmuş gibiydi. Umutsuzluk, çaresizlik ve elleri kolları bağlı olmamın acısını ta ruhumun derinlerinde hissettim.

Daha sonra, birçok arkadaşımın ve yakınlarımın kamplara götürüldüğünü fark ettim.

Bana bir kez, şöyle dediğini hatırlıyorum: “Oğlum, eğer bir gün sınırların kapatıldığını haber alırsan ve sizinle bağlantımız koparsa bizim durumumuzdan emin olabilirsin. Sen görevin önce ailenle ilgilenmek. Bizim hakkımızda endişe etme oğul.” O zaman senin ne demek istediğini tam olarak anlayamamıştım Validem, fakat şimdi senin kelimelerinin anlamını daha iyi kavrıyorum. Vatanımızın başına gelecekleri çok önceden görmüştün.

Bütün bu zor zamanlarda benim sadık ve cesur eşim Rushan Abbas her zaman benim yanımdaydı. O sadece benim ruh eşim değil aynı zamanda benim en iyi arkadaşım ve mücadele uğrunda en iyi yoldaşım oldu. Eş olarak bizler, vatanımızın ve insanlarımızın bağımsızlığı için yollar aramaya, masum Uygurların, sessizlerin sesi, savunmasızların savunucusu olma yolunda mücadeleye devam ettik. Bugün biz seninle irtibatımızı kaybettiğimiz dönemde, Doğu Türkistan’da milyonlarca insan hapishanelere ve toplama kamplarına gönderildi. Uluslararası kuruluşlar, özgür dünya medyası susturuldu ve yaşananları duyurmadı. Görünen o ki hiçbir şey olmamış gibi yaşananların hepsi halının altına süpürülmek istendi.

Dava arkadaşlarımızla, çok sayıda müzakerelerde bulunduk. Çin’in Uygurlar üzerinde uyguladığı akla hayale gelmeyecek zulümleri, uluslararası alanda nasıl gündeme getiririz diye yol haritaları belirledik. 12 Kasım 2017 yılında bütün Uygurların temsil edildiği Dünya Uygur Kurultayı ki ben de onun kurucularından biriyim, Almanya’da büyük bir toplantı organize etti. Eşim ve ben de bu toplantıya iştirak ettik. Ben de o toplantıda Baş Müfettiş seçilme onuruna eriştim. Eşim ve ben insanlarımızın haklarını savunma yolunda hayatımızı ortaya koymaya karar verdik. Senin gelinin, her gün bilgisayar başında gece gündüz demeden gazetecilere ve uluslararası kuruluşlara yaşananları anlatmak için mücadele ediyor. Milyonlarca masum Uygur’un hakkını savunmak ve dünyada eşi görülmemiş diktatörlüğün yaptıklarına dikkat çekme gayreti içinde. Amerikan hükümetinin ve kongresinin bütün kapılarını, vatanımızdaki soykırımı durdurmaları için çalıyor. 15 Mart 2018 yılında ‘Bir Ses Bir Adım’ kadın inisiyatifi, gelinin Rushan ve onun birkaç arkadaşı tarafından büyük bir protesto yaptı ve dünyanın her köşesinde 22 saat boyunca global bir aktivite gerçekleştirdi.

Kıymetli Validem, seninle irtibatı kaybetmemin üzerinden 400 – 500 gün geçmişti. Senin nerede olduğun ve sağlığının nasıl olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu. Etrafımdaki Uygur olmayan insanlara Çin’in anne babam ve diğer aile mensuplarımla görüşmeme izin vermiyor dediğimde, onlara 21. Yüzyılda böyle bir şeyin yaşandığına inandırmak çok zor olmuştu.

Ayrıca o zamanlarda, her gün ama her gün yapabileceğim tek şey seni düşünmekti, sen benim zihnimin bütün derinliklerinde ve kalbimdeydin. Nerede olursam olayım ne yaparsam yapayım, senin hatırların, senin sesin ve senin yüzün hep benimle birlikteydi Sevgili Annem. Bu endişe ve çaresizlik bütün hayatımı sarmıştı. Nerede olduğunu bilememe hissi, senin ve babamın nasıl bir korkunç durumla karşı karşıya olduğu ve bunlar karşısında size yardım edememek, benim bütün hissiyatımı sarıyor ve manen eziliyordum sanki.

Şeytani Komünist Çin Yönetimi, senin ve milyonlarca Masum Uygur kardeşlerimizin insanlık haysiyetinden mahrum bırakıp, hayatlarını hapishanelerde ve toplama kamplarında yaşamaya zorluyordu. Dünyaya, bu tiran yönetiminin, genç yaşlı, kadın erkek demeden insanları taciz ettiğini, onları hapse ve toplama kamplarına göndererek kendi doktrinlerini zorla kabul ettirip Uygur kültüründen, dininden ve dilinden koparmak için zulüm ettiğini, çocukları polis gücüyle aile ve akrabalarından alıp, devlet yetimhanelerine birer Çinli gibi yetiştirmek üzere gönderdiğini bütün dünyaya anlatabilmek için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Dünya Uygur Kurultayı ile birlikte mücadele etmek için kurduğumuz Uygur Hareketi oluşumunu bu şeytani sistemi anlatmak platform olarak kullanıyoruz.

5 Eylül 2018 yılında, seninle yaptığımız telefon konuşmasından yaklaşık 500 gün sonra, gelinin Rushan, Amerika’nın önde gelen düşünce kuruluşlarından birindeki panele katıldı. O, senin, babamın, kardeşlerimin, yeğenlerimin kayboluşundan hareketle Doğu Türkistan’ın Orwellian Disotapya benzeri nasıl bir polis devleti haline dönüştürüldüğünü ve oradaki kötü şartları insanlara anlattı. Amerika’yı ve uluslararası örgütleri, Uygurlara yardım etmeye çağırdı. Tam 6 gün sonra Çin hükümeti O’nun kız kardeşi Guslhan Abbas’ı, ki Urumçi’de yaşayan emekli bir doktor, kaçırdı. Onlar ayrıca O’nun Arthus’taki, 60 yaşında olan teyzesini de, Rushan’ın faaliyetlerine misilleme olarak kaçırdı.

Anne, eşimi görebilseydin, birçok yönden sana benzediğini görürdün; sevgi ve kızgınlık ancak bu kadar açık tanımlanabilir. O, hiçbir adaletsizliğe meydan vermeyen, hiç kimse ve hiçbir şeyden korkmayan ve haklarını savunmaktan hiç vazgeçmeyecek biridir. Onu, sadece Çin hükümeti ile mücadele etmek için bulduğu her türlü platformu ve sosyal medyayı kullanan birisi olarak görebilirsin. Gazetecilerle sürekli olarak röportaj yapan ve hiç durmaksızın ‘Kız kardeşim nerede? Eşimin ailesi nerede? Milyonlarca insanım nerede?’ diye sorarken görebilirsin. Senin onun yaptıkları ile ne kadar gurur duyacağını, onun da sana olan sevgi ve saygısı ile seni yücelttiğini, senin de onu daha çok çalışmaya ve güçlü olmak için cesaretlendirdiğini düşünüyorum.

Senin sesini işitmeyi ve senin kelimelerini duymayı çok özlüyorum Anne. Seninle konuşmayı, sana düşüncelerimi anlatmayı ve seni mutluluklarımı seninle paylaşmayı özlüyorum anne. Sana şunu söylemek isterim ki senin gelinin Rushan Abbas, Uygur halklarını savunması ve mücadelesiyle Amerika Başkanı Trump, Başkan Yardımcısı Pence, Kongre Sözcüsü Pelosi, Dışişleri Bakanı Pompeo ve diğer ileri gelen politikacılar, devlet adamları, yabancı diplomatlar, gazeteciler, ekonomistler ve uzmanlar tarafından biliniyor ve takdir topluyor. Onun başarılarını anlatırken, Senin onun başarıları ile tatmin olmuş, gurur duyar vaziyette ona bakıp kafanı hafifçe sallayıp tebessüm ettiğini görmeyi isterdim.

Sevgili Annem, seninle irtibatımı kaybettiğim zaman yani bundan üç yıl önce bugün, senin hakkında hatırladığım her şeyi elemimin içine hapsettim artık.

Sen ve babam hakkında daha çok; bilge, mutlu, yumuşak kalpli ve çok çalışan bir aile olmanız vesilesiyle gurur duyuyorum. Doğu Türkistan’da çocukluğumda sen beni dinimizi öğrenmek için medresede eğitim almaya göndermiştin. Ki orada beni koruyan bir melek gibi olan alimlerden ders almak gibi bir bahtiyarlığa sahiptim, ki daha sonra onların Çin’in hapishanelerinde 18-20 yıl boyunca dinimiz İslam uğruna mücadele ettiklerini öğrendim. Sen benim için sadece bir anne değildin, aynı zamanda benimle beraber medresede eğitim gören kendi bölgemizden ve diğer yerlerden gelen diğer öğrencilere karşı da nezaket ve muhabbetle davranmayı da öğretmiştin.

Rushan ve ben, eş olarak bütün hayatımızı senin ve Uygur halkının yaşadıklarına karşı insanların farkında olması yolunda mücadeleye vakfettik, her imkânı, her vakti değerlendirip çok sıkı çalışarak. Uygurlar üzerindeki zulmü anlatmak için gösterilere, yürüyüşlere katıldık, konuşmalar yaptık insanları bilgilendirdik. Senin ve Müslüman Uygur Halkının sesi olma yolunda, ulaşabildiğimiz her yere, her foruma, Müslüman organizasyonlarına, camilere ve üniversitelere gittik. Japonya’dan Avustralya’ya Türkiye’den Kanada’ya Avrupa ülkelerine ve dahi Amerika’da birçok eyalete seyahatler yaptık. Bütün bu yolculuklar sırasından senin manevi desteğin ve dualarında bizimle birlikteydi.

Vatanımız Doğu Türkistan’da ezanların hiçbir zaman susmaması, asil ulusumuz her daim varlığını sürdürmesi, bütün hapishanelerin kapanması, toplama kamplarının yerle yeksan olması, Doğu Türkistan’ın özgürlüğünün, onu saran zincirler koparılarak yeniden inşa edilmesi, insanlarımızın kendi topraklarında barış içinde kendi haklarına sahip olarak yaşaması için, vatanımız Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını kazanması için bütün gücümüzle, gayretimizle, varlığımızla mücadele etmeye devam edeceğiz, Sevgili Anne

Bu, bizim gençliğimizde, Arafat dağının eteklerinde ve Mısır’da okurken hedeflediğimiz vizyonun bir parçası. Dünyanın her köşesinde bulunan Uygurların ve onların gerçekleştiği organizasyonların, Doğu Türkistan davası uğruna ortaya koyduklarından ve attıkları her adımdan büyük gurur duyuyorum. Bu bizim gerçekleşmesi için hayatımızı ortaya koyduğumuz rüyamızdır.

Bu yılın başarında Kanada’ya yaptığımız ziyarette, Vancover’de yaşayan Sayın Shawn Zhang ile bir araya geldik. Uluslararası alanda toplama kampları konusunda yetkinliği ile bilinen Sayın Zhang, uydu resimleri ile bütün toplumlara Doğu Türkistan’da kurulan kampların varlığını ispat etmişti. Bize yaşadığımız evleri göstermemizi istediğinde ilk olarak bana döndü ve “Siz hangi şehirdensiniz?” diye sordu. Ben Hotan olduğunu söyledim, birçokları için bilinmese de o tama olarak nerede olduğunu biliyordu. O bizim yaşadığımız mahalleleri gösterdi. İlk olarak Bostan mahallesi ekrana yansıdı, Beg Tugman’ın türbesi ile birlikte, daha sonra bizim evimizi gösterdi, o eve 34 yıl önce ayrıldığımdan beri geri dönememiştim. Bir an kendimde o ekranın karşısına dikip, genç yaşta ayrıldığım o eve yeniden girebilir miyim düşüncesini yaşadım. Ruhumun, gönlümün bedenimden ayrılıp ekrandaki o kapıyı açıp içeriye geçip seni gördüğümü hissettim. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi, gözlerim yaşla dolu seni arıyordum orada. Ama seni bulamamıştım. Çünkü sen, Zalim Komünist partinin şeytani polislerince kollarından tutulup kaçırılmıştın.

Shawn Zhang’a benim ailemin evine en yakın kamp nerede diye sordum. Hemen bizim mahallemizin yakınlarındaki su deposunun yakınlarında, Yeni Awat çölünde, Han Erik bölgesinin kuzeyi ile Yeni Erik’in batısı ve Laskuy’un kuzey batısı arasındaki büyük alanı işaret etti. Ve orada yapılan kampın büyütüldüğünü anlattı. Daha sonra 29 Aralık 2019 tarihinde eklenen yeni kısımları gösterdi. Benim kardeşlerimin ve yakınlarımın büyük bir kısmının o kampta olduğunu tahmin ettim. O anda kamplardaki kız kardeşlerimin nasıl bir zulme ve korkunç işkencelere maruz kaldığını düşünmek dahi istemedim. Senin ve babamın nasıl bir elem dolu kaderi paylaştığınızı dahi bilmiyordum. Daha sonra hemen en yakındaki yetimhanenin nerede olduğunu sordum. Shawn, Laskuy’un kuzeyinde hapishane gibi inşa edilen bir binayı işaret etti. Titreyen kalbimle o noktaya bakarken, yeğenlerimin yani senin torunlarının, ana dillerinin, İslam dinine olan inançlarının ve Uygur kimliklerinin silinmesi için beyinlerinin yıkandığını akla getirmeye gücüm yetmedi.

Shawn, ayrıca eşimin Urumçi’de Noghay camisinin karşısındaki evlerini de gösterdi. Ancak, kardeşi Dr. Gulshan Abbas o evde değildi artık. Onun nerede olduğunu bilmiyoruz Anne. Eşim yüreğindeki acıyı bir kez daha en derinden hissetti o an. Bizim, nezaketi ile bilinen yumuşak kalpli kardeşimiz Gulshan’ı da bulamadık. Karşımızdaki dev ekranda, vatanımız Doğu Türkistan’ın her köşesinin toplama kampları ile doldurulduğunu görüyorduk. O bize ayrıca Dawanqing’de, Urumçi yakınlarındaki kampı da gösterdi. Kamp, Dawanqing kasabasından daha büyük bir alana kuruluydu ve büyük bir ihtimalle Urumçi’deki bu yer dünyanın en büyük hapishanesiydi.

Wuhan’dan çıkan coronavirüsün size bulaşıp bulaşmadığı konusunda çok endişeliyim anne. Başka ne tür zorluklar ve güçlüklerle mücadele etmek zorunda kaldın anne? Hayatta kalabilmek için ekmek yiyebildin mi su içebildin mi? Benim kaç kız ve erkek kardeşim, kayın biraderlerim diğer kızlar ve erkeklerle beraber, Doğu Türkistan’dan sürülmüş esirler gibi Çin’in iç taraflarındaki fabrikalarda çalışmaya zora gönderildi Anne? Benim, bir yetim gibi alınıp götürülen ve baskı gören küçücük yeğenlerim nerede? Hangi kardeşim Vahşi Çin’in organ kaçaklığı için kurban edildi ve hayatını kaybetti? Kardeşim Abdurehim, şu anda hangi hapishanede işkence görüyor? Bırakayım açıkça söylemeyi, bir an bile düşünmek dahi benim kalbimi ve ruhumu paramparça ediyor ama, hala hayatta mısın, yoksa seni ebedi olarak kaybettim mi onu dahi bilemiyorum. Ancak her şeye rağmen senin iyi olman ümidini hep koruyacağım ve senin bir şekilde iyi olduğuna inanmaya devam edeceğim. Sen ve bütün Uygurlar için Allah’a dua ediyorum, bereket, rahmet, huzur ve af getiren Ramazan’ın yaklaştığı bu günlerde.

Benim kıymetli anneciğim, muhterem validem, Çin Komünist Partisi’nin kurduğu bu zalim düzenin er veya geç bir gün yerle bir olacağına inancım tam. Bu tiran yönetimi kendisini ilah yerine koyuyorsa, Rabbim Allah, bir mutlaka onları cezalandıracak ve yok edecektir. Vatanımızın her köşesinde ezan seslerinin duyulduğunu yeniden göreceğiz. Yüce Allah, Nenem Bumeryemhan gibi her sabah fecr vaktinde namazdan önce kalkıp ağlayarak seccadelerini ıslatan milyonlarca Annenin dualarına cevap verecek ve onların göz yaşlarını bir gün dindirecektir. Halkımız sonunda bu zalim düzenden kurtulacak. Karanlığın en koyu olduğu an aydınlığın başladığı andır. Bizim de aydınlık günlerimiz gelecek Anne ve bugün bütün insanlığın gözlerini kapattığı gerçekler apaçık ortaya çıkacaktır. Biz bu şeytani düzeni yeneceğiz tıpkı Hz. Davut’un Calut’u yendiği, Hz. İbrahim’e ateşlerin suya dönüştüğü, Hz. Muhammed (SAV) ve Sahabe efendilerimizin kendilerinden üç katı büyük müşrik ordusunu Bedir’de yendiği gibi. Bugün bu vahşet düzenine seslerini çıkarmayanların o gün geldiğinde yüzleri yerde olacak.

Cenab-ı Hak’tan niyazım şudur ki bizleri cennette de Hz. Peygamberimiz Muhammed Mustafa (SAV) ile birlikte Kevser suyunun başında bir araya getirsin.

Benim çok sevgili anneciğim, inanıyorum ki biz yeniden bir araya geleceğiz, ya bu dünyada veya öbür dünyada.

Abdulhakim Idris

Share

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Campaign for Uyhgurs

We defend the human rights of uyghur people and the free world by exposing and confronting the chinese government's genocide, and empowering uyghur women and youth in the diaspora.