8 Mart Dünya Kadınlar Günü kimin için?
Birleşmiş Milletlerin Kadın Örgütü (UN Women) kadınların tacize uğramasına karşı uluslararası toplumu harekete geçirmeyi amaçlayan bir dizi etkinlikler yapmaktadır. Bu etkinliklerden biri de geçen aylarda Unpacktheeveryday.org adlı internet sitesi üzerinden yapılmıştır. Burada yer alan bilgilendirme notları arasında dikkat çeken bir başlık vardır. Başlık, “Mağdurlara inanın” şeklindedir. Bu başlığa tıklandığında ise iki satırlık açıklama ifade ile bitmektedir “Sizi rahatsız etse de dinleyin ve destek verin.” Bu etkinlikten bir süre sonra İngiliz yayın kuruluşu Doğu Türkistan’da Çin Komünist rejiminin toplama kamplarına gönderdiği üç mağdurun hikayesini yayınlamıştır. Anlatılanlar okuyanları gerçekten rahatsız edici derecede şiddet ve zulüm içermektedir. Bu üç tanık ve diğer mağdurların çeşitli platformlarda anlattıkları Doğu Türkistan’da yaşanan soykırımın hangi boyutta olduğunu gözler önüne sermektedir. BM Kadın Örgütü ise bugüne kadar nedense ‘mağdurlara inanın’ sözünü konu Doğu Türkistanlı kadınlar olunca unutmuştur. Peki neden?
Bu sorunun cevabını vermeden önce uluslararası hukukta kadınlara yönelik şiddetin, tecavüzün ve sömürünün karşılığını hatırlamak gerekmektedir. Bütün kutsal dinlerde ve tarihten bu yana birçok ülkede kadınları koruyan normlar var ola gelmiştir. 14. Yüzyıldan itibaren sadece barış zamanlarında değil savaş zamanlarında da kadınlara tecavüz edilmesinin suç sayılması gerektiğine dair görüşler gündeme getirilmeye başlanmıştır. Türk akademisyenlerden Olgun Değirmenci’nin ‘Uluslararası suç olarak kadına karşı cinsel şiddet eylemleri’ başlıklı çalışması tarihi süreci uluslararası hukuk çerçevesinde detaylı bir şekilde incelemiştir. Değirmenci’nin atıfta bulunduğu dikkat çeken isimlerden biri İngiltere’de Kraliçe 1. Elizabeth’e danışmanlık yapan İtalyan kökenli yargıç Alberico Gentili’dir. Alberico Gentili, uluslararası hukukun adının bile anılmadığı o dönemde savaş zamanında da kadınlara tecavüz edilmesinin barış zamanındaki gibi cezalandırılmasını önermiştir. 16. Yüzyılda yapılan dönemin bu radikal önermesinin günümüzde uluslararası hukuka yansıması ise uzun bir süreç almıştır. 2. Dünya Savaşı’nda Nazilerin Yahudi Soykırımı, yakın tarihte ise Bosna Hersek’te ve Ruanda’da yaşanan soykırım hadiselerinden sonra tam anlamıyla kadınların mağduriyeti uluslararası hukukta daha net bir şekilde değerlendirilmiştir. Bugün Doğu Türkistan’da yaşananlar savaş zamanından daha acıdır. Buna rağmen dünya kamuoyunun Çin karşısındaki dikkat çeken sessizliği Uygur kadınların sistematik olarak tecavüze uğramasının uluslararası hukuk kapsamında suç sayılmasının önünde engel olarak durmaktadır.
Birleşmiş Milletlerin Soykırım Sözleşmesi’nde sıralanan suçlardan, ki detayları örgütün internet sitesinde ayrıntılı olarak yer almaktadır, herhangi birinin var olması soykırım kabul edilmektedir. Grubun üyelerine bedensel zarar verilmesi ve grubun varlığını yok edecek şekilde doğumların engellenmesi bu maddelerden ikisidir. Uluslararası hukukta ise insanlığa karşı işlenen suçlar arasında, imha etme, tecavüz, köleleştirme veya zorla çalıştırma gibi eylemler yer almaktadır. BBC’ye konuşan Tursunay Ziawudun, Qelbinur Sedik gibi isimlerin anlattıkları da insanlığa karşı işlenen suçlar hatta onun da üzerinde soykırım suçu kapsamına girmektedir. Çünkü her iki mağdurun da anlattığı ve BM Kadın Örgütü’nün dediği gibi ‘dinlenmesi’ gereken detaylara bakıldığında, bir yandan toplu tecavüzler, diğer yanda zorla kısırlaştırmalar, öte tarafta da kadınların Çin’in fabrikalarında köle gibi çalıştırıldığı gerçeği ortada durmaktadır. Çin komünist rejiminin Doğu Türkistan’a yönelik politikaları da her iki kapsamda suç kapsamına girmektedir. Dr. Ezeli Azarkan’ın ‘Uluslararası hukukta insanlığa karşı suçlar’ adlı çalışmasında yakın tarihteki üç önemli hadise kapsamında konuyu incelemiştir. Bunlar, 2. Dünya Savaşında Yahudi Soykırımı’nı gerçekleştirenlerin yargılandığı Nuremberg’te, Sırpların Bosnalı kadınlara toplu tecavüzlerine dair davaların görüldüğü Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (EYUCM) ve Ruanda soykırımını inceleyen Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (RUCM) görülen davalar ile Roma Uluslararası Ceza Mahkemeleri Statülerinin kararlardır. Hem Nuremberg yargılamalarında hem de 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan BM Savaş Suçları Komisyonu’ndaki çalışmalarda insanlığa karşı suçun oluşabilmesi için ‘sistematik ve geniş çaplı bir eylemin olma şartı’ aranmıştır. BM bünyesindeki Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun insan güvenlik ve barışına karşı suçlara ilişkin kurallara ilişkin değerlendirmesinde de devlet veya kişilerce veya bunların sivillere karşı girişen öldürme, imha, köleleştirme, sürgün ve acı çektirme insanlığa karşı suç olarak görülmüştür. Bu noktadan bakıldığında da Pekin hükümetinin Doğu Türkistan’da inşa ettiği bin 200’den fazla kamp, buralara doldurulan milyonlarca Uygur, Kazak, Kırgız ve diğer halk mensupları, kadınların yaşadıkları ve onların köle gibi çalıştırılmaları bahsedilen tanımların içine girmektedir.
BM Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun 1996 yılındaki Suç Kavramına İlişkin Kurallar Taslağı’nda yer alan ‘yaygın’ terimi ise RUCM 1. Dava Dairesi tarafından ‘çok sayıdaki mağdura karşı doğrudan ve ağır bir şekilde kolektif olarak yapılan geniş çaplı sık sık tekrarlanan ve kapsamlı eylem’ olarak tanımlanabileceği görüşünü ortaya koymuştur. Eğer, bugün Çin Komünist rejiminin Uygurlara yönelik soykırım politikalarını inceleyen bir mahkeme var olsaydı, şüphesiz benzer bir değerlendirme çıkacaktır. Çünkü, Çin’in kendi yayınladığı belgelerde bile Doğu Türkistan’daki sözde eğitim kamplarının sistematik, tekrarlanan ve çapı genişletilen bir eylem olduğu yer almaktadır. Çin’in bu zulmü aynı şekilde BM’nin Komisyonu’nun “sistematik” olarak tanımladığı sürekli kamu ve özel kaynakları kapsayan ortak politikalar temelinde, benzer yöntemlerin takip edilmesi çerçevesine dahildir. Roma Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsünde ise evrensel hukuk kuralları kapsamında cinsel şiddet suçların bazıları şöyle sıralanmıştır; tecavüz, zorunlu gebelik ve zorunlu kısırlaştırmadır. Alman Araştırmacı Adrian Zenz tarafından yayınlanan, Doğu Türkistan’da zorunlu doğum kontrolü raporu ve mağdurların canlı tanıklıkları Çin’in Uygur kadınlara yönelik hem soykırım hem de insanlığa karşı suçların hepsini işlediğini göstermektedir. Avustralya Stratejik Politikalar Enstitüsü’nün yayınladığı ‘satılık Uygurlar’ raporunda sadece 2020 yılı başında 80 bin Uygur’un köle gibi çalıştırıldığı hatta başka yerlere zorla çalışmaya gönderilmesi de ki aralarında kadınlar da vardır, uluslararası hukuk kapmasında suçtur. Çünkü, hem Nuremberg hem, eski Yugoslavya, hem Ruanda hem de Roma mahkemeleri zorla çalıştırmayı bu bağlamda değerlendirmiştir. BBC’nin yayınladığı son haber ise Çin’in iddia ettiğinin aksine Uygurların ailelerin yanından başka yerlere ‘gönüllü gittikleri’ açıklamasının sadece bir propaganda olduğunu ortaya koymuştur.
Yakın tarihin insanlık felaketlerinden sonra kurulan mahkemelerin aldığı ve yukarıda kısmen değerlendirilen bu kararlar uluslararası hukuk açısından önemli referans noktalarıdır. Bugün hemen hemen bütün ülkelerin kanunlarında kadınların korunması ve kadınlara tecavüzü onları yok etme girişimleri ağır suç olarak değerlendirilmektedir. Bu suç Çin’in Doğu Türkistan’da yaptığı gibi bir devlet politikası olarak gerçekleşiyorsa hadise soykırıma dönüşmüş demektir. Uygur kadınların büyük bir cesaret göstererek anlattıkları haddi zatında uluslararası kamuoyunda zilleri çaldırması ‘ne oluyor, nerede insanlık’ çağrılarının yapılması gereken bir durumdur.
Dünyada kadınların sesi olması gereken BM Kadın Örgütü, ise beklendiği şekilde 8 Mart vesilesi ile uluslararası kamuoyunda farkındalık oluşturacak programlar yapmıştır. Mesela bilgilendirme notlarında dünyada kadınların yüzde 60’nın kayıt dışı altında çalıştırıldığından bahsedilirken, Uygur kadınların hem köle gibi atölyelere sürülmesi hem de saçlarının kesilerek aksesuar yapılıp ihraç edilmesinin izin yoktur. Her üç kadından birinin fiziksel veya cinsel saldırıya uğradığına dikkat çekilmiştir ama BM Kadın’ın Unpacktheeveryday.org platformunda ‘mağdurların hikayelerini dinleyin’ adlı linke tıklandığında değil bir Uygur kadının yaşadığı işkence, Doğu Türkistan’ın adı bile geçmemektedir. Bu ‘farkındasızlık’ bir adım daha öteye geçmiş, BM Kadın örgütünün tepe yöneticisi Phumzile Mlambo-Ngcuka, kümese bekçilik yapan tilkiye övgüler dizer gibi Çin’i kadın hakları konusundaki sözde başarısı nedeniyle tebrik etmiştir. Kadınlar konusundaki en büyük uluslararası örgütün yönetiminin bugüne kadar Uygur kadınların yaşadığı mağduriyetleri hiç ağzına anmaması da Phumzile Mlambo-Ngcuka nezdinde tarihe kara bir leke olarak geçmiştir. BM Kadın Örgütü ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü deyince her platformda boy gösteren organizasyonlar ve onların yöneticilerinin, Çin karşısında sus pus olması hem cinslerinin haklarını sadece kendi çıkarlarına zarar vermiyorsa koruduklarının ve samimi olmadıklarının en açık göstergesidir.