Çin’in toplama kamplarında olanlar anlatıyor: “Bize hayvanmışız gibi davranılıyordu”

Source: dailysunpost.com
Source: dailysunpost.com

(Derleyen Abdulhakim Idris)

Komünist diktanın, Nazilerden ilham alarak inşa ettiği toplama kamplarından kurtulan Parida’nın yaşadıklarının özetiydi başlıktaki ifade. Zalim bir yönetimin, sırf kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarının önünde engel oluşturuyor diye milyonlarca insanı yok edilecek birer meta gibi görmesini dünyaya bir kez daha duyuruyordu Parida, bu sözleri ile.

2. Dünya savaşından bu yana en büyük toplama kamplarını herkesin gözünün içine baka baka kuran ve başta Müslüman devletler olmak üzere herkesi bir şekilde kanlı paraları ile susturan Çin Komünist Diktası’nın Doğu Türkistan’da yaptığı soykırımın canlı tanıkları Buzzfeed yayın kuruluşuna konuştu. Bir dönem sözde eğitim merkezi diye yutturup sonrasında hepsini mezun ettik iyi insan yaptık diye saçma bir şekilde övünen Çin hükümetinin, aslında değil kampları sonlandırmayı tam tersine sayılarını daha artırdığını ortaya çıkardı Amerika merkezli yayın kuruluşu. Bu araştırma kapsamında onlarca canlı tanık ile de kamplarda neler yaşandığını konuşuldu. Megha Rajagopalan’ın yaptığı araştırma Uygurlar ve diğer Müslüman Türk toplumları fertlerinin nasıl bir cendereden geçtiklerini detaylandırdı. Aslında böylesi bir araştırmanın adı Müslüman olan bir ülkenin gazetecileri tarafından yapılması gerekirken, onların halkı Uygurlara destek verdiği halde yöneticileri Komünist Dikta ile ekonomik çıkarlar üzerine anlaşma yaptıklarından dolayı hiç biri böyle bir adım atmadı.

Buzzfeed yayın ekibinin görüştükleri canlı tanıklar, Komünist Partisinin polislerinin ani baskınlarla gelip kendilerini götürdüklerini anlattı. Araştırmada yer alan bilgilere göre yüzbinlerce masum insan sadece sakal bıraktıkları veya Komünist diktanın yasakladığı uygulamalar telefonlarında yüklü diye toplama kamplarına gönderildi. Dünyaya hala bu toplama kamplarını eğitim merkezi diye pazarlamaya çalıştığı ve kimsenin oralara girmesine izin vermediğ için yüksek ve tel örgülü duvarlarla kaplı daracık koridorlar ve küçücük pencerelerle inşa edilmiş bu kamplarda gerçekte neler yaşandığını öğrenmek mümkün değildi. Gazete, kamplardan kurtulan 28 kişi ile görüşerek ilk ağızdan yaşanan acıları bir kez daha gözler önüne serdi.

Polislerin alıp kamplara götürdüğü insanlar günler, haftalar hatta aylarca işkencelere ve tacizlere maruz kaldı. Aslında baskılar kamplara götürülmeden önce başlıyordu. Gazeteye konuyan Nursaule, bir akşam yemek hazırlarken biri sivil kıyafetli kadın ve iki görevlinin birden evlerine geldiğini ve ona sağlık kontrolünden geçmesi için götürmeleri gerektiğini söyledi. Gözaltında iken, kan ve idrar tahlilleri, DNA örnekleri alındı. Daha sonra uzun bir polis sorgusundan geçti Nursaule. Sorular ise bilindikti, yurtdışına gitti mi, kendisini dindar olarak görüyor mu, ibadetlerini yerine getiriyor mu ve benzeri. Sonrasında ise onu ‘eğitime alacakları’ söylendi. 10 gün kadar kalacağı ifade edildi ama bu sadece o anlık bir aldatmacaydı. Kalabalık bir grup halinde toplama kampına geldiğinde tam olarak nereye götürüldüğünü ile anlayamadı. Karşısında sadece dev demir kapılar ve yüksek duvarlar vardı. Adım başı mesafede ise güvenlik görevlileri, hatta her an saldırmaya hazır köpekler bile vardı.

Kampta sürekli olarak onların kişilikleri ezildi, yedi gün 24 saat boyunca her köşeye yerleştirilen kameralarla her yaptıkları takip edildi. Onları utandırmak adına hatta lavobalara bile kameralar konuldu. Toplama kamplarındaki mağdurlar gruplar halinde oralara sevkedildikten sonra kadın erkek karışık ve büyük kalabalıklar halinde elbiseleri zorla çıkarttırıldı ve hapishane kıyafetleri giydirildi. Mahkumlara işledikleri sözde suçlara göre farklı renklerde kıyafetler verdi. Komünist diktanın görece az tehlikeli bulduğu telefona uygulama indirmek, yurt dışına gitmek gibi suçları (!) işleyenlere mavi kıyafetler verildi. Camilerde imamlık yapanlar, dindar insanlar ise Komünist dikta için tehlikeli insanlardı. O nedenle kamp içinde bile elleri ve ayakları zincirli bir şekilde dolaşabiliyorlardı. Bir de orta seviye tehlikeli görülen kimseler vardı. Kamptaki görevliler çok tehlikeli dedikleri ama sadece dindar olan dini öğretmeye çalışanları kimse ile görüştürmüyor ve ayrı yerlerde tutuyordu. Kampa sürülenler arasında hamile kadınlar, kucağında çocuğunu emzirenler bile vardı.

Kadın mahkumlar kıyafetlerini değiştirdikten sonra hemen saçları kesildi. Saçların kesilmesinin eğitimle ilgisi pek olmasa da hem Uygur ve Kazak Türk kadınlar için çok önemli olan saçları yok edilerek aşağılandı hem de bu saçlar kozmetik pazarında satılmak üzere toplandı. Ki bundan bir süre önce Amerikan gümrüğünde tonlarca saç ele geçirildi, Çin’den gelen. O yakalanan saçlar Nursuale gibi kadın mağdurlardan kesilen saçlardı. İnsanlık onurunu ve haysiyetini yok etmek, Müslüman Uygurları dinlerinden ve kültürlerinden koparmak için Komünist dikta kamplarda mahremiyet duygusunu yok etmek için düzen kurdu. Yatak odalarından banyolara kadar her yere kameralar konulmuştu. Bu kadar ağır gözetleme sistemi aynı zamanda tutukluların kaçmalarını engellemek ve onların böyle bir girişime kalkmalarına izin vermemek içindi.

Koğuşlarda, kimsenin kendi dilinde konuşmasına izin verilmedi. Her koğuştan insanlara gece nöbet tutturuldu, kameralar yetmezmiş gibi. Onlara Uygurca veya Kazakça konuşan varsa yönetime bildirmeleri istendi. En ufak bir hatada ki örneğin plastik tabure üzerinde Çince kitap okunurken elini kolunu hareket ettirenlere bile ağır hakaretler edildi. Kimileri de düzeni bozuyor denilerek haksız şekilde dövüldü. Nasıl bir eğitim merkezi ise sözde suç işlediği ileri sürülen bazıları da karanlık hücrelere gönderildi. Kamplardaki sınıflarda ve diğer ortamlarda sürekli olarak Çin Komünist Partisi’nin propgandası yapıldı. Bir süre sonra kamplarda kalanlardan bazıları uyduruk bahanelerle oradan alınıp hapishanelere gönderildi. Hapse gönderilenlere verilen cezalar ise işledikleri suçlara göreydi. Whatsapp gibi yasadışı bir uygulama indirdi ise daha az ceza, dindar ve dini öğreten biri ise daha yüksek cezalar verildi. Kazakistan vatandaşlığı bulunanlardan az sayıda kimse de oradan kurtulup Kazakistan’a geçti. Ancak, uzun süren baskı ve işkencelerden sonra çoğu mutlu olmayı unuttu.

Gazetenin görüştüğü Nursuale, bugün bile yaşadıklarını anlatmaya korkup “Bunları anlatmak bana çok acı veriyor” dese de sorumluluk duygusu ile “Ama yine de konuşmayılım” diyordu. Nursuale gibi mağdurlar bu zulmü dünyaya duyurmak için cesaretle konuşurken, özgür dünya, özellikle de İslam dünyası sessiz kalmaya devam etti.

 

 

 

Share

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Campaign for Uyhgurs

We defend the human rights of uyghur people and the free world by exposing and confronting the chinese government's genocide, and empowering uyghur women and youth in the diaspora.

Devamını oku