(UYGUR HAREKETİ)
“Uygurlar pasaport taşıyamaz” diye durdurmuştu havaalanında polis Han Çinli JiaNan Li* yi. Yanında batılı eşi ile birlikte seyahat eden JiaNan Li, Madarince konuşup kimlik kartını gösterince özür dilemişti polis. JiaNan Li’nin başına gelen bu hadise bugün Doğu Türkistan’da günlük hayatın bir parçası haline gelmiş durumda.
Birleşmiş Milletler’in (BM) İnsan Hakları Komisyonu 1946 yılında kurulmuştu. Komisyonun Başkan Yardımcısı Çin temsilcisiydi. Bu komisyon daha sonra İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini hazırladı. Bu beyanname BM Genel Kurulu’nda kabul edildi. İnsan Hakları Beyannamesi’nin 13. Maddesi şöyle der, “Herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır. Herkes, kendi ülkesi de dahil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir.” Ancak hem JiaNan Li’nin yaşadıkları hem de Doğu Türkistan’daki Müslüman Uygur Türkü’nün maruz kaldığı zulümler Çin’in kendisinin de hazırlanmasına katkı sağladığı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni çöpe attığını gösteriyor.
JiaNan Li’nin son yıllarda başına gelenler ve Pekin yönetiminin virüs konusunda hem dünyayı hem de kendi halkına yönelik takındığı tavırlar, Komünist Parti’nin nasıl bir otoriter düzen kurduğunu anlamak için bir fırsat. JiaNan Li, 1980’lerde Han Çinli bir ailede dünyaya gelmiş. Ancak kaderin cilvesi görünüş itibari ile bir Çinliden çok Uygur Türklerine benzeyen yüze sahip. Bu durum çocukluğundan itibaren onun için sıradışı bir duruma neden olur. Çocukluğunda annesi ile alışverişe gittiğinde, sokaktan geçenlerden bazıları, “Doğu Türkistan’dan biri gelmiş” diye takılır. Gençlik ve sonraki dönemde bu benzetme muhabbet konusu olsa da o dönemlerde JiaNan Li’yi rahatsız eden bir durum pek başına gelmez. Bir dönem Uygur kız arkadaşı da sahip olan Li, 2009’daki hadiselerden sonra, Doğu Türkistanlılar karşısında endişe hissetmeye başlar. Bu endişenin oluşmasında ise televizyon kanallarında ve gazetelerde Uygurlar hakkında sürekli olarak ‘terörist’ damgasının vurulması etkilidir.
Son yıllarda Doğu Türkistan’da Çin hükümetinin Uygurlara yaptığı baskıyı ve toplama kamplarına insanların gönderilmesini de haberlerde ‘teröristler tutuklanıyor’ şeklinde duymaya devam eder Li. Ancak bu haberlerini onun da hayatına yansıması olur, görünüşü Uygurlara benzediği için. Karşılaştığı insanlar ya ona saygı duyar ya da çekinir artık. Doğu Türkistan’da neler olup bittiğine dair gerçek bilgilere ulaşmak mümkün olmasa da Li, orada farklı bir durumun yaşandığını anlar. Özellikle 2017 yılından itibaren Pekin’de sık sık polis tarafından durdurulmaya başlanır Li. Her seferinde kim olduğuna dair sorular sorulduğunu anlatan Li, “Polis tarafından sürekli durdurulmak rahatsız edici. Ben yanlış bir şey yapmadım. Neden bana böyle soruyorlar, sadece Uygur’a benzediğim için mi?” diyerek tepkilerini gösteriyor. Mandarince konuştuğu için Polislerin soru sormaktan bazen vazgeçtiğini söyleyen Li, “Eğer ben gerçekten Uygur olsa idim nasıl bir şeyle karşılaşırdım? Başka bir şehirde Sincan aksanı ile konuşsam beni gözaltına bile alabilirlerdi” diyor. Li’nin başına gelen en dikkat çekici hadiselerden biri de yabancı kökenli eşi ile birlikte seyahatinde olur. Havaalanında polis durdurup, “Uygurlar pasaport taşıyamaz” der ona. Eşinin de tedirgin olması ile sinirlenen Li, Çin kimlik kartını gösterip ne olduğunu sorar. Bunun üzerine polis özür diler hemen. Bu hadiseden sonra eşi de Çin’in bu politikasını daha derinden araştırmaya başlar.
Han Çinlilerinin, Uygur halkına yönelik baskılar karşısında genel olarak ne düşündüğünü ise şu şekilde gözlemliyor Li, “Bu duruma göre değişir. Eğer onlar neler yaşandığını tam olarak bilseydi belki farkına varabilirlerdi. Benim gibi insanlar için ırk önemli değil, ancak bir Hıristiyan olarak Çin’in gerçek yüzünü biliyorum. Çünkü biz de zaman zaman inançlarımızdan dolayı soruşturmaya tabi tutuluyoruz.” Daha önceki dönemlerde yabancı arkadaşları ile sohbetlerinde hükümetin yaptıklarını savunan bir çizgiye sahip olan Li, bunda çocukluktan itibaren ‘devletin yaptıklarını sorgulamama’ retoriğinin beyinlere kazınmasının etkisini görür. Bu etki de ortalama Çinli ailelerde Doğu Türkistan’da yaşananlara inanma güçlüğünü ortaya çıkardığını söyleyen Li, “Benim ailem, annem, kız kardeşim ve arkadaşlarım, bugün Uygur halkının bir soykırım ile karşı karşıya kaldığına inanamıyor” diyor. Li, virüs konusunda bile Çin halkında devletin hiçbir zaman yanlış bir şey yapmayacağına dair kesin bir inanç olduğunu gözlemler.
Bugün dünyayı etkisi altına alan virüsten sonra Çin hükümetinin baskılarının ve gerçekleri örtme çabası ile düşünceleri tamamen değişen Li, artık Komünist Parti yönetiminin tiranvari yönetimi nedeniyle mağdur olan insanların haklarını savunmaya başlar. Çin yönetimin bugün dünyanın karşı karşıya kaldığı en büyük şeytan olarak gören Li, “Virüsten önce birçok konuda eşimden farklı düşünüyordum. Fakat ondan sonra her şeyi yeniden araştırmaya başladım. Eğer bir yönetim kendi halkına virüs gibi önemli bir konuda yalan söylüyorsa her konuda yalan söylüyor demektir. Bize daha önce söyledikleri birçok yalanla ilgili gerçekleri yeniden keşfediyorum. Daha önce kendi ajandalarına göre yorumladıkları Uygur halkının saygınlığını da” diyor. Çin halkının gerçekleri öğrenmesi için ne olması gerektiğine dair soruya ise Li’nin bir saniye bile düşünmeden cevabı, “Çin Komünist Partisi’nin yıkılması” olur.
Son olarak, Fotoğrafçı Peng Wang’ın “Beyin yıkıma, kişilerin insaniyetini, bireyselliğini ve vicdanını yok ediyor” sözüne atıfta bulunan Li, “Bu beyin yıkama nedeniyle hiçbir kimse Komünist Parti’nin yaptıklarına karşı çıkamaz, ta ki kendi başlarına korkunç bir şey gelinceye kadar. Bugün bir Uygur olarak Çin’de yaşamak imkânsız hale gelmiştir” değerlendirmesini yapıyor.
*Güvenlik gerekçesi ile isim değiştirilmiştir.