Çin’den çıkan virüs hız kesmeden dünya genelinde yayılmaya ve insanları tehdit etmeye devam ediyor. Virüs konusundaki tedbirleri zamanında almayan Çin hükümeti, diğer ülkelerin hedefinde olsa da halk tabiri ile kendi bildiğini okuyor. Bütün ülkeler ekonomilerini insanlarının sağlıklı çalışma prensiplerine göre şekillendirirken Komünist Parti yönetimindeki Çin, vahşi bir kapitalistyöntemle Uygurları köleleştirme ve kimliklerine yok etme konusunda planlarından vazgeçmiyor. Bugünlerde internet sitelerine düşen 30 bin Uygur Türkü’nün fabrikalarda zorla çalışmaya gönderileceğine dair haber de bunun en son örneklerinden biri.
Haber ajanslarının South China Morning Post gazetesine dayanarak yayınladığı haberde, kamplarda tutulan Uyguları fabrikalara göndermeye hazırlandığı belirtiliyor. Shenzen şehrine 50 bin, Shaogun şehrine ise 30 bin kişinin gönderileceği bilgisinin yer aldığı haberde Çin hükümetinin ekonomide virüsten kaynaklanan kötü gidişata rağmen dünyaya kampların nasıl başarılı olduğunun gösterilmesinin amaçlandığı ifade ediliyor.
Çin’in Doğu Türkistan’daki işgalinden geri adım atmayıp orayı 21. Yüzyılın köle pazarı haline dönüştürmek için Uygur kimliğini yok etmesinin temelinde dünyada hem ekonomik hem de siyasi olarak egemen olmak amacı hedefi var. Doğu Türkistan’da yaşanan insan hakları ihlalleri konusundaki çalışmaları ile bilinen araştırmacı Adrian Zen’in ‘The Journal of Politic Risk’ adlı yayında yer alan makalesi Komünist Parti’nin Doğu Türkistan’a yönelik hedeflerini zorla çalıştırılma perspektifinden ele alıyor. Buna göre, Müslüman Uygurlara yönelik gerçekleştirilen zorla eğitim programının, Çin’in 21. Yüzyıl projesi Bir Kuşak Bir Yol projesi açısından 5 ana hedefi var. İlki azınlık olarak görülen Doğu Türkistan’daki Müslüman Uygur Türklerini tamamen kontrol altına almak. İkinci sırada kuşaklar arasındaki kültürel bilgi aktarımını yok etmek geliyor. Bunu Çin’deki yoksulluğu orada üretilecek ekonomi ile yok etmek takip ederken, diğer bir amaç Bir Kuşak Bir Yol Projesini tamamlama başarısına ulaşmak. Ama asıl önemlisi Müslüman Uygur Türkleri’nin taşıdığı dini inançları, zorla çalıştırma yöntemi ile yok ederek onları materyalist bir kitleye dönüştürmek. Adrian Zen’in araştırması Müslüman Uygur Türklerinin kamplarda hem birer işçiye dönüştürüldüğünü hem de onlara komünist doktrininin dikta edildiğini bir kez daha vurguluyor. 21. yüzyılın bu toplama kampları bu iki amaç doğrultusunda Uygur Halkını hedef aldıktan sonra oralarda ‘beyin yıkama’ süreçleri tamamlananlar ya Doğu Türkistan’da 19 şehirde kurulan fabrikalara çalışmaya veya iç bölgelere zorunlu olarak işçilik yapmaya gönderiliyor.
Bir ülkenin sanayiye dayalı olarak kalkınma planına sahip olması kadar doğal siyasal ve ekonomik bir hedef olamaz. Ancak, işçi haklarını savunma felsefesine dayanan Komünist felsefeden adını Çin Komünist Partisi’nin Müslüman Uygur Türklerini rızalarının dışında kendi vahşi amaçları için kullanması ve bunun için yaptıkları, soykırım suçu kapsamına giriyor. Çünkü bu yüzyılda hiçbir uluslararası sözleşme zorla çalıştırılmaya izin vermiyor. Her ne kadar Çin hükümeti Uygurları gönderdiği kampları ‘gönüllü eğitim merkezleri’ olarak tanımlasa da oradan çıkanların bugüne kadar anlattıkları resmin görünenden farklı olduğunu ortaya koymuştu. Zen’in araştırmasında yer alan Doğu Türkistan’da kamplara gönderilen kişilere dair en ince detaylara kadar varan bilgilerin toplanması ve parti yönetimince değerlendirilmesi bu sistemin gönülsüzlük üzerine dayalı olduğunun işaretlerinden biri. Çünkü toplanan bu verilerin amacı, Doğu Türkistan’ı tıpkı Çin’in diğer bölgelerindeki sosyal yapıya dönüştürmek. Bölgedeki yaşayan her bir birey Çin hükümetinin kurduğu sistem içerisinde hareket etmek zorunda. Doğu Türkistan’da uygulanmaya başlayan plana göre çalışabilecek durumdaki herkes eğitime tabi tutulmalı ve bu eğitimlerden geçtikten sonra çalışmaya gönderilmeli. Bu sistemi kuran Pekin yönetimin hedefi ülkesindeki gelir dağılımından kaynaklanan yoksulluk oranının düşürülmesi. Bunun için pilot bölge seçilen ve emperyal hedeflerin uygulama merkezi olan Doğu Türkistan’daki herkes bu hedef yolunda kullanılıyor. Eğer buna itiraz eden olursa hemen kamplara gönderilerek düşüncelerinin yok edilmesi için baskı ve şiddete maruz bırakılıyor. Çünkü, Komünist Parti sistemine karşı gelmek ‘aşırılıkçı’ demek. ‘Aşırılık’ kavramının kapsamı da oldukça geniş tutuluyor, dinin gereklerini yerine getirmeye kadar.
Komünist Parti, Doğu Türkistan halkına yönelik zorunlu çalıştırma yani köleleştirme programını bölgelere ve amaçlarına göre farklı sistemlerle yürütüyor. Bunlardan ilki sözde eğitim kamplarına dayanıyor. Bu kamplarda tutulanlar daha sonra zorunlu işçi olarak kampa yakın bölgelerdeki sanayi bölgelerine gönderiliyor. Belli bir süre çalıştıktan sonra kendi köyüne dönse bile kamplardan geçenler mutlaka orada kurulu daha küçük atölyelerde çalışmak zorunda. İkincisi şehirlere uzak yerlerde yaşayanlar önce merkezlerdeki kamplara gönderilip eğitiliyor daha sonra fabrikalara yollanıyor. Üçüncü yöntem ise köylerinden ayrılamayacak durumda olan özellikle kadınları köle gibi kullanmak için oralara yakın yerlerde atölyeler kurup onları çalıştırmak. Adrian Zen’in tespitlerine göre özellikle sözde eğitim merkezlerine gönderilen ve buradan işçiye dönüştürülen kişilere yönelik programda ilk amaç ekonomi değil. İlk amaç Uygurların kontrol altında tutulması. Kamplardan çıkışlardan itibaren Müslüman Uygur Türklerine askeri üniformalar giydirilerek onların Komünist Parti’nin birer askeri gibi davranılıyor. Doğu Türkistan halkı fabrikalarda çalışmaya başladıktan sonra kamplardakine benzer bir hayatı yaşamak zorunda kalıyor. Sürekli başlarında polis gibi bekleyen güvenlik görevlileri, her tarafta kurulu kameralar ve atılan her adımın komutlarla gerçekleştirildiği bir düzen kurulu o fabrikalarda.
Avustralya Stratejik Politika Enstitüsü’nün bu yılın başında yayınladığı raporda 80 binden fazla Uygur Türkü’nün köle gibi fabrikalarda çalışmaya gönderildiği ‘Satılık Uygurlar’ başlığı masaya yatırılmıştı. Bugün zorla köle gibi çalıştırılan Uygur Türklerinin sayısının 500 bini bulduğu ifade ediliyor. Çin’in ekonomik hegemonyasını büyütmek için kurduğu bu yüzyılın kölelik sisteminin bir an önce durdurulması gerekiyor. Bu noktada en büyük sorumluluk Birleşmiş Milletler, Müslüman ülkeler ile Çin’den ürün alan batılı şirketlere düşüyor.