Doğu Türkistan’da Soykırıma Karşı Diplomasi

Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya

Diplomasi dış politika araçlarının başında gelip en barışçıl araç olarak kabul edilmektedir. Bununla beraber başta propaganda ve ekonomik araçlar olmak üzere gerektiğinde güç kullanılarak diplomatik sonuç alınabilmektedir. Doğu Türkistan’da başta Uygurlar olmak üzere Müslümanlara yönelik soykırıma karşı, diplomatik girişimler son derece önemli olup bunun durdurulması için batılı genellikle Hristiyan ülkelerin önemli girişimleri söz konusudur. BM nezdinde ve diğer örgütlerde kararlar alınması ve birçok alanda yaptırımların devreye sokulması son derece olumlu gelişmelerdir.

Belirtmek gerekir ki Çin’in soykırım, zulüm, baskı, tecavüz uygulamalarına karşı, başta ABD olmak üzere batılı ülkelerin karşı politikalarını “aslında bunlar kendi ekonomik çıkarları için veya Çin’in yükselişini önlemek maksadıyla yapıyorlar” iddiaları son derece anlamsızdır. Gerçekten siyasi veya ekonomik çıkarları gereği Uygurlara yönelik soykırımın kullanılması söz konusu olsa bile bunun önlenmesi yolunda atılan her adım önemlidir. Asıl hedef ekonomik çıkarlar olduğu halde, zulüm karşıtı politikaların olumsuz gösterilmesi mümkün değildir. Belirtmek gerekir ki Doğu Türkistan’daki soykırımına “dur” diyen birçok batılı ülke, insan haklarını ön plana almışlardır. Çünkü gerek soykırımı önleme sözleşmesi gerekse insanlığa karşı suçlar kapsamındaki diğer sözleşmeler, dünyadaki bütün ülkelere, bu tür suçları engelleme, önleme konusunda diplomatik, ekonomik, hatta askeri araçları kullanma görevi vermiştir.

Bir kısmı Çin’in komşusu veya Çin ile önemli ekonomik ilişkileri olan Müslüman veya Türk devletlerinin hemen hiçbirinin bu soykırım ve zulüm karşısında diplomatik veya ekonomik araçları kullanmaması, son derece hazin bir durumdur. Çin’in Türk veya İslam ülkelerindeki ekonomik yatırımları veya işbirliği, imtiyaz sözleşmelerinin hemen tamamı Çin’in çıkarlarını ön planda tutma, hedef ülkeyi bir aşama sonra kolonileştirme stratejisine dayanmaktadır. Bununla beraber az gelişmiş ülkelerde yönetici kadrolarla kişisel ilişkiler, birçok ülkede suç sayılan yönetici veya aydın kesime ekonomik veya siyasi destekler, halkın ve ülkenin büyük zararına rağmen ilişkilerin artarak gelişmesini sağlamaktadır. Bu bağlamda diplomasi, Çin’in hedef ülkelerdeki yönetici ve aydın kesime dağıttığı rüşvetin mahkumu olmuştur. Aydın ve akademisyenlere yapılan yatırımlarla beslenen propaganda sayesinde kamuoyu yanlış yönlendirilmekte, aldatılmaktadır. Bununla beraber birçok Asya ve Afrika ülkesindeki yerli fabrikalar kapanıp işsizlik tırmanırken Çin mallarının her yeri istila edilmesi, Çinli işçilerin her alanda görülmesi, yöneticilere karşı isyan hareketlerinin doğmasına yol açmıştır.

Türkiye’nin de dahil olduğu Türk veya İslam devletlerinin bu soykırımı yok sayması, “tek Çin” sloganı altında ırkdaşlarına veya dindaşlarına yönelik, aynı zamanda kendilerinin de taraf olduğu temel sözleşmelere aykırı, uluslararası hukukun garanti ettiği en temel insan haklarını ihlal  eden uygulamaları görmezlikten gelmesi, Çin’in aynı zamanda teknoloji destekli güçlü propagandası sayesinde gerçekleşmektedir. Yükselen Çin ile işbirliği, Kuşak-Yol projesinde yer almak, yeni süper güce karşı olmamak gibi söylemler, önemli ölçüde Çin propaganda etkinliklerinin neticesidir. Bu süreçte başta Konfüçyüs enstitüleri olmak üzere bilişim teknolojileri, medya yatırımları, akademik işbirliği kapsamındaki etkinlikler yasal veya gayri meşru yollarla yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.

Türk ve İslam devletlerinin Uygur soykırımının önlenmesinde diplomatik desteği konusunda Türkiye’nin durumu son derece önemlidir. Belirtildiği gibi hemen her ülkede Çin’in kolonileştirici, yayılmacı, boğucu, sömürücü, halkı işsiz bırakan, doğal kaynakları sömüren, fabrikaları kapattıran politikaları halk nezdinde gittikçe daha fazla tepki çekmektedir. Bu süreç yöneticileri de sıkıştırma aşamasına gelmiştir. Böyle bir aşamada Türkiye’nin açık ve net bir şekilde bu uygulamaları soykırım olarak ilan etmesi ve ekonomik yaptırımlar aşamasına geçmesi diğer cumhuriyetler açısından da cesaret ve örnek adımı olacaktır. Bu bağlamda seçim sürecinde iktidar veya iktidar adayı bütün partilerle temas kurulup önemli bir kısmı dezenformasyon mahkumu siyasilere doğru bilgi ve belge verilmeli, canlı şahitler ve mağdur yakınlarınca bilgilendirilmelidir.

Diplomatik araçların hedefi devletler olduğu halde propagandanın aracı halk kitlesidir. Bununla beraber başarılı propagandanın diplomasi üzerinde son derece önemli etkisi söz konusudur. Çin yönetimi veya çıkar ortakları dezenformasyon (yanlış, çarpıtılmış, aykırı bilgilerle) propaganda metodunu başarılı bir şekilde kullanmalarına karşın öncelikle soydaşların veya dindaşların doğru bilgilendirilmesi konusunda sorunlar yaşanmaktadır. Propagandanın hedefi öncelikle kendi halkı olup ondan sonra dost ülke, tarafsız ülke ve düşman ülke halkları gelmektedir. Propaganda aracını başarıyla kullananlar kendi halkı ve dost ülke halklarını kazanarak başarı yolunda bunları da kullanabilmektedir. Bu aşamalar geçildikten sonra tarafsız ülke veya düşman ülke halklarını kazanmak veya etkilemek daha kolaydır. Türkiye’de binlerce fabrikanın kapanmasına veya milyonların işsiz kalmasına yol açan Çin’in düşman ülke durumunda olan Türkiye’deki savunucuları birçok ülke açısından da örnek alınmaktadır. Türkiye’nin dış ticaret açığının katlanarak büyümesinin başta gelen sorumlularından olan Çin ile iyi ilişkiler politikasının sonuçlarının, öncelikle sektör temsilcilerinin tespitlerinin halka duyurulması, yanlış politikalar konusunda yönetimin uyarılması son derece önemlidir.

Belirtmek gerekir ki ekonomik ilişkilerin gerçekten Türkiye lehine olsa dahi soydaşlarımıza, dindaşlarımıza veya sıradan insanlara yönelik soykırım, tecavüz, yok etme, baskı ve zulüm politikalarına sessiz kalmak, hatta “tek Çin” sloganı ile destek vermek, hiçbir siyasinin hesabını veremeyeceği durumdur. Bu durum hem insanlığa hem de İslamlığa aykırıdır. Burada temel sorun ise yanlış bilgilerin başarılı bir şekilde beyinlere yerleştirilmesidir.

İki ülke arasında mutabık kalınan bir TBMM heyetinin Doğu Türkistan’da inceleme yaparak doğru bilginin Türk halkına aktarılması girişimine karşın Çin yönetiminin heyet ve gezilecek yerler konusunda yıllardır sürdürdüğü rezervleri yüzünden bu mutabakatın gereklerini yerine getirmemiştir. Bu konu hakkında dahi kamuoyunu yoğun ve yaygın şekilde bilgilendirmek son derece önemlidir. Çünkü Çin daha önce bazı örnek iş adamları veya gazeteciler için olduğu gibi, sadece kendi çıkarlarını düşünen kişileri istemektedir. Doğu Türkistan’da istediği yerleri gezdirmek, istediği kişilerle görüştürmek, bol eğlenceli ve ziyafetli programlarla dönüşte “zulüm görmedik” beyanatı verecekler dışındakileri kabul etmemektedir.

Öte yandan diplomatik imtiyazlar konusundaki uluslararası düzenlemelere göre diplomatik görevliler bulunduğu ülkede her yere seyahat hakkına sahiptir. Diplomatik görevli, bulunduğu şehrin ve ülkenin kasabaları, köyleri dahil her yerine gidebilme, herkesle görüşebilme hakkına sahiptir. Bunun için ev sahibi ülkeye sadece bilgi verilir, fakat izin istenmez. Ev sahibi ülke ise onun güvenliğini temin eder, fakat afet, inşaat vb. olağanüstü haller dışında sınırlama getiremez. Buna karşın Pekin’deki Türkiye büyükelçisinin Doğu Türkistan şehirlerini ve köylerini ziyaret ettiği bilinmemektedir. Aynı durum diğer batılı ülkelerin diplomatik misyonları için de söz konusudur.

Çeşitli sebeplerle Doğu Türkistan’dan ayrılmış olup Türkiye ve Türkiye dışındaki ülkelerde yaşayanlar, yıllardır ülkesine gidip akrabalarını görememekte, hatta telefonla dahi görüşememektedir. Bir şekilde gidebilenler ise geri dönememekte, hatta haber alınamamaktadır. Bu şekilde sadece Türkiye’de yüzbinlerce Doğu Türkistanlı vatandaş veya sığınmacı, binlerce öğrenci bulunmasına rağmen bu kapsamdaki gerçeklerin kamuoyuna ulaştırılması, siyasi parti yöneticileriyle görüşülmesi mümkün olmamakta veya yetersiz kalınmaktadır.

Sonuç olarak Doğu Türkistan’da soykırımı durdurmak, mağdurların yaralarını sarmak için Türk ve İslam ülkelerinin öncelikle diplomatik, daha sonra ekonomik desteği son derece önemlidir. Bu süreçte Türkiye kilit ülke durumundadır. Özellikle seçim sürecine girildiği de dikkate alınarak küçümsenmeyecek oy potansiyeli ve etki alanı bulunan başta mağdur yakınları olmak üzere ilgili dernek, vakıf ve kuruluş temsilcileri her partinin yönetici veya örgüt temsilcileriyle görüşmeli, haklı davasını anlatmalıdır. Bu süreçte seçilmiş kaynaklar ve heyetlerdeki seçilmiş kişiler son derece önemlidir. Seçimlerden sonra da propaganda, tanıtım, doğru bilgilendirme faaliyeti, genişletilerek devam etmelidir. Atalarımızın “küfür payidar olabilir, amma zulüm payidar olmaz” vecizesini de dikkate alarak inançla ve ümitle, soydaşlarımıza karşı işlenen cinayet ve tecavüzlere karşı mücadele etme stratejisi sürdürülmelidir. Tarih zalimlerin eninde sonunda yok olduğu, mağdurların kazandığı örneklerle doludur.

Bu insanlık sorunu konusunda başarılı organizasyonu gerçekleştiren heyete, katılımcılara, bilhassa önemli bir kısmının yüreğinde en yakınlarının acısı bulunan sevgili öğrencilere teşekkürler.

Share

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Campaign for Uyhgurs

We defend the human rights of uyghur people and the free world by exposing and confronting the chinese government's genocide, and empowering uyghur women and youth in the diaspora.