Geleceğin tarihçilerinin, bu yüzyılın en vahşi en zalim yönetimi olarak Komünist Çin Partisi’ni yazacağı muhakkaktır. Gün geçmiyor ki her gün Müslüman Uygur Türkleri, Kazaklar ve diğer Müslüman azınlıklara yönelik işledikleri soykırım suçları ortaya saçılmasın. İngiltere Merkezli İslam İnsan Hakları Komisyonu’nun (IHRC) son raporunda tanıkların anlattıkları kan donduruyor. Tarihte savaş zamanlarında bile kadınlara dokunulmazken, IHRC’nin yayınladığı raporda tanıklık yapan kadınlar, Müslüman kadınların Çinli polisler tarafından karakola çağırıp tecavüz ettiklerini anlattı. Mazlum kadınlar, Çinli polislerin tecavüz ettikleri kadınlara daha sonra şantaj yaptıklarını, eğer kendi toplumları aleyhine casusluk yapmazsa onlara toplum içinde ‘rezil duruma’ düşürmekle tehdit ettiklerini söyledi. Raporda anlatılanlar, bugün bir kez daha dünyanın Kızıl yılanın bu zulmüne artık yeter denilmesi gerektiğini bir kez daha haykırdı.
İngiltere Merkezli IHRC, “Uygurların Tanıklıkları: Keder Gözlemleri” adlı raporu bu hafta başında yayınlandı. Çin zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınan mazlumların tanıklıklarına da yer verilen rapor, Doğu Türkistan’da yaşanan soykırımın artık dayanılmaz boyutlara ulaştığını bir kez daha ortaya koydu.
Rapordaki tespitler Çin Komünist Partisi’nin Doğu Türkistan’ı nasıl bir sanal hapishaneye çevirdiği gerçeğinden başlayarak sıralandı. Rapora göre, Komünist Parti’nin kurşun askeri gibi hareket eden öğretmenler çocuklarla birebir görüşme yaparak ailelerinin İslam Dinine bağlılıklarını öğrenmeye çalıştı. Anne ve babası dindar çocuklar ailesinin onlara Kur’an-ı Kerim’i öğrettiklerini, öğretmenlerine duydukları güvenle, bir tehlike olmayacağı düşüncesi ile anlattı. Ancak, bu öğretmenler öğrencilerin masumiyetini kullanarak elde ettikleri bilgilerden sonra o aileler hakkında rapor hazırladı ve bu aileler daha sonra kamplara sürgün edildi. Gerekçe ‘Kur’an-ı Kerim Öğretmek’ yani ‘yasadışı dini faaliyet’
Mazlum kadın tanıklar, Doğu Türkistan’da vahşi bir çete gibi hareket eden polislerin hem kadınlara tecavüz ettiğini hem de daha sonra bu ırza geçme zulmünü onların aleyhine silah olarak kullandıklarını anlattı. Polisler tecavüz ettikleri kadınları, kendi toplumları aleyhine casusluk yapmaya zorladı. Aksi takdirde sokağa çıkamaz hale getirecekleri tehditlerini savurdu. Tanıklardan biri, özellikle genç kızların Çinli polislerle sürekli olarak karakola çağrıldığını ve orada onlara tecavüz edildiğini söyledi.
Hem Uygurlar hem de diğer Müslüman azınlıkların mensup oldukları İslam dini hüviyeti sürekli olarak hedef haline getirildi rapora göre. IHRC temsilcileri ile görüşen mazlum Uygurlar sadece sadaka topladıkları için insanların tutuklanarak hapsedildiğini söyledi. Zulüm sadece sadaka verenlere değil, onların akrabalarına da yapıldı. Sadece akrabası İslam dininin gereklerini yerine getirdiği için tutuklanan insanlar oldu. Bütün bu uygulamaların temelinde ise oradaki Müslüman toplumu İslam dinin pratiklerini yapmaktan uzaklaştırmak amaçlandı.
Dini ibadetlerini yerine getirdiği için tutuklananlar karakollarda her türlü işkenceden geçirildi. Polisler, tutuklayıp hapse yeni attıkları masum insanlara işkence yapılan insanların çığlıklarını dinleterek onları tehdit ve şantaj uyguladı. Tutuklulara, sözde suçlarını itiraf etmezse veya dini ibadetlerini yerine getiren diğer insanların isimlerini vermezse kendisinin de aynı işkenceye maruz kalacağı söylendi. Müslüman olduğu için hapse gönderilenlere, dayak atıldı, elektrikli şok verildi. Dayaklar, masumlar zihinlerini kaybedinceye kadar devam etti. Ölecek noktaya geldiklerinde sadece kendilerine gelmeleri için tedavi uygulandı daha sonra tekrar işkence edildi.
Birçok Uygur’un ve diğer Müslüman azınlıkları önce ortalıktan kaybedildi. Bu kişilerin sözde eğitim merkezlerine gönderildiği öğrenildi. Bir süre kampta tutulanlar yakınları ile bir daha görüşmemek şartı ile serbest bırakıldı. Bu nedenle tamamına yakını, ailelerini koruma adına onlardan uzaklaştı ve irtibatlarını kopardı.
Kamplarda yaşananlar ise Nazi dönemlerini aratmadı. Tutuklular, gayri insani şartlarda tutuldu. George Orwell’in 1984 romanındaki gibi gece gündüz sürekli olarak devlet propagandası seyrettirildi. Müslüman ve Türk kimliklerini unutmaları onun yerine komünist doktrini ve Çin kültürünü kabul etmeleri için baskılar yapıldı. Bütün bunlar yapılırken Müslüman Uygur kimliğinin tamamen silinmesi hedeflendi.
Kamplarda sadece yetişkinlerin değil çocukların bulunduğu tanıklar tarafından IHRC yetkililerine aktarıldı. Çocuklara yönelik beyin yıkama yöntemleri uygulanırken onların Uygur kimliği yerine tamamen Han Çinli kültürü ile yetiştirilmesi amaçlandı. Böylece birer Çinli gibi yetiştirilen çocukların kendi anne ve babasını sahip olduğu Müslüman Uygur kimliğine karşı gelmesi yani onların Komünist partinin silahı gibi kullanılması hedeflendi.
Raporda yer alan en acı tespit ise bugün batılı medyanın bütün bu yaşananlara karşı yeterince ses çıkarmaması hususu oldu. Bugün 1 ile 3 milyon arasında masum insanın gönderildiği ve Nazilerden ilham alınarak kurulan kamplara ilişkin Çin Hükümeti ‘eğitim merkezi’ propagandası ile dünyayı kandırmaya çalıştı. Çin hükümeti rakamları sürekli az göstermeye çalışsa da IHRC ekibi ile görüşen Uygur araştırmacılar, şehir merkezlerinin dışına yerleşim olmayan alanlara kurulan kampları uydu resimlerine dayanarak gösterdi. Bu resimleri inceleyen uzmanlar orada 1 ile 3 milyon arasında Uygur’un kalacağı kapasitenin oluşturulduğuna dikkat çekti.
Bir sonraki yazıda bizzat tanıkların ifadelerinden yola çıkarak yaşananları aktarılmaya çalışılacak. Ancak şunu altını bir kez daha çizerek ifade etmek gerekir ki, bugün insanlık büyük bir sınav ile karşı karşıya. Doğu Türkistan’da yaşayan zulmü görmezden mi gelecek yoksa insanlık onuru hatırlanıp karşı mı çıkılacak?