(Abdulhakim Idris)
Komünist Çin Partisi’nin Doğu Türkistan’da gerçekleştirdiği soykırım artık inkâr edilemez bir gerçek olarak dünya kamuoyunun gündeminde yer alıyor. Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere çeşitli batılı ülkeler Çin’in bu zulmüne karşı ses çıkarırken, adı İslam devleti olarak geçen ülkelerin sessizliği Komünist Diktanın yaptıklarını onaylaması anlamına geliyor. Sadece devletler bazında değil uluslararası sivil toplum kuruluşları ve İslam dünyasının önde gelen ilmi müesseseleri de anlaşılamaz bir sessizlik içinde. Hiç şüphesiz ki burada Müslüman toplumlar için tarihi kıymette olan Mısır’daki Ezher üniversitesinin alimlerinden ses çıkmaması dikkat çekiyor.
Mısır’ın başkenti Kahire’de 972 yılında Cuma namazı ile birlikte ibadete açılan ismini ‘Çok parlak çok güzel’ anlamına gelen Ezher kelimesinden alan camiye dayanan tarihi eğitim müessesi kurulduğu günden buyana İslam dünyası için önemli merkezlerden biri olma hüviyetini taşıyor. Özellikle Memlukluler döneminde yani 1. Baybars’tan itibaren dünyanın her tarafından alimler oraya akın ediyordu. Bunda hem dönemin sultanlarının ve emirlerinin gösterdiği ihtimam vardı hem de o asırlardaki siyasi ve politik gelişmelerin etkisi de görülüyordu. Doğuda Moğollardan batıda ise İspanya’da Hristiyanların baskısından kaçan ilim adamları Mısır’a geliyor ve oradaki medreselerde ders veriyordu. Burada en fazla ilgi gören yer de Ezher oluyordu. Dünyada sosyoloji ilminin kurucusu İbni Haldun’un aralarında bulunduğu yüzlerce alim ve bilim insanı Ezher’in hocalarındandı.
Onlarca asırdır devam eden ilim merkezi olma ve güvenli bir sığınak olma özelliği ile tıpkı Moğollardan kaçıp oraya sığınanlar gibi Doğu Türkistanlı gençler için de Ezher’de okumak büyük önem taşıyordu. 1949’da Uygur topraklarını işgal eden dikta, Doğu Türkistan halkını Komünist doktrin üzerine yetiştirmek istediği için kendi dil ve dinlerini öğrenmelerine izin vermiyordu. Bir anne ve babanın çocuklarına değil Tefsir ilmini Kur’an-ı Kerim’i öğretmeye kalkması bile suç sayılıyordu. Bu nedenle Uygur gençlerin İslami konularda eğitim için gitmek istedikleri ilk yer Ezher’di. Fırsatını bulanlar bir şekilde Mısır’a kadar ulaşıyor ve orada hem Arapça hem de Kur’an ilimlerini öğreniyordu. Ezher’de açılan diğer bölümlerde de farklı alanlarda tahsil imkanlarına kavuşuyordu.
Ancak, bir dönem İbni Haldun gibi alimlere kucak açan Ezher üniversitesi ve orada ders veren alimler Mısır hükümetinin Kızıl diktatörlükle yaptığı anlaşmalar sonucunda Uygur öğrencileri Çin’e gönderilmesine göz yumuyordu. Halbuki, bu tarihi üniversiteyi bugünkü ilim merkezine dönüşmesinin temellerini atan Memluklulerden Osmanlıya kadar her dönemde halkın başı sıkıştığında başvurduğu yer olma özelliğini taşıyordu, Ezher Üniversitesi. Hatta Ezher Üniversitesi’nin alimleri halkı memnun olmadığı valileri doğrudan Padişaha şikâyet edip görevden aldırıyordu. Ne var ki bugün bu dev üniversite ve orada ders veren hocalar, Komünist Parti yönetimi ve onunla iş birliği yapan darbeci bir yönetimin karşısında el pençe divan duruyor.
Geçmişten günümüze kadar Ezher’i Ezher yapan hususlardan biri de Revak adı verilen sistemdi. Bu sistem oraya okumak için gelen öğrencilerin kendi memleketinden olan insanlarla bir arada kalacakları, bugünkü tabirle yurtların yapılmasıydı. Hayırsever insanların desteği ile üniversitenin etrafında ve birçok yerde Revak adı verilen barınma yerleri yapılıyordu. Buralarda kalan öğrenciler kendilerini güvende hissediyordu. Ama gelinen noktada Mısır’daki yönetim Süveyş kanalının anahtarını neredeyse Çin’e teslim ederken, Ezher üniversitesinin bağımsız ilim yuvası olma özelliğini de bir kez daha sıfırlıyordu. Revaklara sığınan Uygur öğrenciler, idam edilmek üzere Çin’e gönderilmek istenirken Ezherli hocalar Ibn-i Haldun’un şu sözlerindeki hataya düşüp başlarındaki idarecilere yaranmaya çalışıyordu. Ne diyordu Ibn-i Haldun, “Dalkavukluğa eğilimli insanlar ün ve servet gibi dünyanın tatlarına ve geçim yollarına tutkundurlar”
Ezher Üniversitesi’nde ders vermiş büyük alimlerden Abdullatif Bağdadi’nin şu sözü Mısır yönetimine önemli bir hatırlatma yapıyor, “Bir hakkın alınmasında suskun kaldığın takdirde bir gün bu haksızlık ve zulmün sana döneceğini unutma” Bugün de Çin Komünist Partisi, Doğu Türkistan’da Müslüman Uygurlar, Kazaklar ve diğer Türk toplumların kendi kimliklerine, kültürlerine ve dinlerini yaşamasına dair haklarını zorla elinden alıyor. Onların bir insan olarak hür ve özgür bir şekilde çocuklarını birer Müslüman gibi yetiştirme hakkını da vermiyor. Anne ve babalarını toplama kamplarına, hapishanelere yolluyor, fabrikalarda köle gibi çalıştırdığı çocukların birer komünist gibi yetiştiriyor. Bir dönem dünyaya İslam’ı öğreten Ezher üniversitesi ve Mısır yönetimi ise Çin’in kendi ülkelerini işgal etmesine ve Müslüman Uyguların soykırıma tabi tutulmasını görmezden geliyor. Bunu yaparken de İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in ‘Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’ sözünün muhatabı haline geliyor.
Mısır halkının çok sevdiği hatta vefat ettiği günde Ezher Üniversitesi’nin eğitime ara verdiği tasavvuf alimlerinden Ahmet Bedevi Hazretlerinin ailesi de Haccac-ı Zalimin zulmünden kaçıp başka bir ülkeye sığınmıştı. Daha sonra Mısır’a gelip burada 40 yıl yaşayan Ahmet Bedevi Hazretlerinin talebelerine verdiği nasihatlerden biri de şuydu, “garipleri zayıfları ikrâm ile korumak âdetin olsun”. Lakin, bugün ne Ezher ne de Mısır kendilerine sığınan mazlum Uygur talebeleri koruyamadı. Onları, İslam dinini hastalık gibi gören Kur’an-ı Kerim’i toplayıp yakan, hatta O’nu yeniden yazmaya kalkan zalim bir yönetimin cellatlarına, Kızıl diktaya gözleri kapalı teslim etti.
Aslında, Mısır yönetimi ve günümüz Ezher alimlerinin bu zulmü onaylaması talebelerine öğrettikleri ilimleri kendilerinin hiçbir zaman benimsediğini gösteriyordu. Ne diyordu Hz. Peygamber, “Bir kimse bir kötülüğü görürse eliyle düzeltsin, eliyle düzeltemiyorsa diliyle düzeltsin, diliyle de düzeltemiyorsa kalbi ile buğz etsin. Ki bu da imanların en zayıfıdır”. Yani bütün dünyanın gözü önünde bir Müslüman topluma Çin Komünist diktasınca gerçekleştirilen soykırıma değil müdahale etmeyi ses bile çıkarmayan bir ilim müessesinin temsilcilerinin durumu İbni Haldun’un şu tasvirindeki gibiydi, “Zamanımızdaki alimlerin yaptıkları ibadetlerle ve diğer hususlarla ilgili şer’i hükümleri sözlü olarak ihtiyaç sahiplerine aktarmaktan ibarettir. Oysa selef ve takva sahipleri dinin hükümlerini, hayatlarında yaşamak suretiyle, başkalarına taşıyorlardı.” Kısaca belirtmek gerekirse, bu tarihi üniversitelerin hocaları öğrettiklerini yaşasalardı, Çin zulmüne ses çıkarırlardı.