Bir milletin geleceğinin inşa edilmesinde kadınların rolü her şeyin önündedir. Hem bir anne hem bir eş olarak ailenin temel direği ve çocukların ilk öğretmeni ve hayata hazırlayan kişi annedir. Hayatın içinde kadının üstlendiği bu kritik rol nedeniyle bugün Çin Komünist Partisi, Doğu Türkistan’da kadınları öncelikli hedefe koymuştur. Müslüman Uygur Türklerinin gelecek nesillerine kendi dinlerini ve dillerini öğretmesinler diye onları kamplara yollamış ve Nazilere benzer yöntemlerle kişiliklerini unutturmuştur, Pekin Yönetimi.
Uygur Türklerinden Kuzey Amerika’da Doğu Türkistan’da yaşanan baskı ve şiddeti anlatmak için Kamp Albümü (Camp-Album) adlı internet sitesini kuran ve Yi Xiaocuo adını kullanan sanatçı, son yıllarda Uygur halkı üzerinde yaşanan baskılarda kadınların birer sembol haline geldiğini söylüyor. Yi Xiaocuo, “Çin bu sembolü kullanarak Uygur toplumunu parçalamak istiyor” diyor.
Yi Xiaocuo, SuPChina adlı internet sitesinde yer alan röportajında, Doğu Türkistan’da yaşanan zulümleri bir sanatçı gözü ile değerlendiriyor. Yi Xiaocuo ismini özellikle seçtiğini belirten sanatçı, bu kelimenin anlamının Çin yönetimindeki karşılığının ‘şiddetle ezilmeyi hak eden muhalif azınlık’ olduğuna dikkat çekiyor. Çin hükümetinin azınlık olarak gördüklerinin seslerini duyurmak için bu kelimeyi kullanıp onlara destek verme amacını taşıdığını söyleyen Yi Xiaocuo “Bu projenin daha fazla insana ulaşmasını ve Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlalleri ve kültürel soykırım konusunda farkındalık oluşturmak istiyorum” diyerek hedefini dile getiriyor.
Polonya’da bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Franz Kafka’ya, onun anlatımındaki yaklaşımdan yola çıkılarak kullanılan Kafkaesk teriminin bugün Doğu Türkistan halkında net bir şekilde görüldüğünü söylüyor, Yi Xiaocuo. Kafkaesk terimi çoğunlukla insanların gerçeklikten koparılıp karanlık başkalıklara doğru kaymasına yol açan ve onlara baskılar karşısında savunmasız kaldıklarını hissettiren durumlar için kullanılıyor. Yi Xiaocuo da Doğu Türkistan halkının da bu şekilde savunmasız ve çaresiz hissettirildiğini söyleyerek Çin politikası sonucunda orada yaşayan Uyguların ikinci sınıf insan muamelesi gördüğünü anlatıyor. En basit örnek, eğer bir Uygur, Çin iç kesimlerinde iyi bir iş fırsatı bulup başvursa, hemen ona alakasız biçimde ‘helal yiyecek temin edemeyeceğiz’ gibi gerçek dışı bir bahane ile geri çevriliyor. Oradan ayrılmaları için gereken pasaportların çıkarılması sürecinde karşılaşılan sıra dışı engeller de bir başka örnek bu duruma. Yani kısaca, Çin hükümeti bu dönemde Uygur halkını, Müslüman Türk kimliğinden soyutlayıp onları Doğu Türkistan’da inşa ettiği Nazilerden ilham alınmış gibi duran kamplarda birer köleye dönüştürüp sadece oradaki fabrikalarda çalışmaya zorluyor onlara başka bir hayat hakkı tanımıyor.
Komünist Çin Partisi, uzun yıllardan beri uyguladığı toplumsal mühendislik ve baskı sonucunda Han Çinlilerini, Uygurlardan üstün olduklarına inandırmış. Yi Xiaocuo, değerlendirmesine göre, bunun neticesinde Doğu Türkistan’da yaşanan insan hakları ihlallerine ve soykırımlara ilişkin bir soru sorulduğunda Han Çinlileri, ya bunu sözde aşırılıklar mücadele için haklı buluyor ya da Uygurların eğitime ihtiyacı olduğunu dile getiriyor. Uygur halkının önde gelen aydınları, akademisyenleri, bilim insanları ve alimlerine ne olduğu ise akıllarına gelmiyor. Çünkü Müslüman Uygur Türklerinin akil insanları 2014’te inşa edilmeye başlanan kamplara ilk etapta gönderilenler arasındaydı. Pekin yönetimi böylece, bir toplumu aydınlatacak insanları yok ederek soykırım planlarını uygulamaya başladı.
Yi Xiaocuo, Doğu Türkistan’da bugün kültürel bir soykırım yaşandığının altını çizerken, “Bir çok kurbanın ifadelerinde kamplarda yaşanan tecavüzler, işkenceler, zorunlu kısırlaştırmalar anlatılıyor. Sızan belgelerde çocukların topluca ailelerinden koparılması ve onlara psikolojik zararlar verilmesi yer alıyor. Uygur camilerinin, mezarlarının yıkılması, aydınların yok edilmesi, kitapların toplanması gibi uygulamalar soykırım tamına giren suçlar” değerlendirmesini yapıyor.
Sanatçının Doğu Türkistan’da yaşananlar hakkında dikkat çeken önemli tespitlerinden biri de kadınları hedef alarak Uygur toplumunu yok etme. Doğu Türkistanlı kadınlar denilince akıllara ‘arzu nesnesi’ olarak gelecek bir algı maalesef Çin propaganda aygıtı tarafından yerleştirilmiş durumda. Pekin yönetimi hem Uygur kadınlarını TV’lerde ve gazetelerde birer reklam öğesi olarak kullanırken tam tersi bir yöntemle de Doğu Türkistan halkına yapıştırmaya kalktığı ‘geri kalmışlık’ yaftasının en büyük kurbanının yine Uygur kadınlar olduğu temasını işliyor. Bunun için de kamplara gönderdiği kadınların zorla başörtüleri çıkarılıyor, uzun elbise yerine mini etek giydiriliyor ve sonrasında da fabrikalarda zorla çalıştırılmaya gönderiliyor. Kimileri de Hanlı erkeklerle zorla evlendiriliyor. Yi Xiaocuo bu durumda, Uygur kadının direnişin sembolü haline geldiğini ve Çin hükümeti tarafından bu sembol üzerinden Doğu Türkistan toplumunun parçalanmak istediğini vurguluyor. Nitekim son dönemde sosyal medyaya yansıyan bazı görüntüler de bunu doğrular nitelikte.
Çin Komünist Partisi, bugün kendi ülkesinden çıkan virüs nedeniyle 120’den fazla ülke tarafından hesap vermeye çağrılıyor. Diğer taraftan Dünyanın önde gelen kadın örgütlerinin de Pekin yönetiminin Müslüman Uygur Türkü kadınlara yaptıklarının da soruşturulmasını talep etmesi gerekiyor.