(Abdulhakim Idris)
Bugün İran’daki imam yetiştiren medreselerden Mısır’daki Ezher Üniversitesi’nin İslam ilimleri derslerine, diğer Müslüman ülkelerdeki dini eğitim veren müesseselere kadar yer okulda öğrencilere ‘Müslüman olmanın gerekleri’ adı altındaki derslerin başında hiç şüphesiz ki namazın önemi anlatılıyor. Özellikle de gençlerin namaz kılmasının Hz. Peygamber tarafından ne kadar önemsendiğini öğreten hadisler okutuluyor. Çünkü ibadetini yerine getiren gençten herkes emin olur. Ama gelin görün ki, Çin Komünist Partisi’ne göre eğer Doğu Türkistanlı bir genç düzenli olarak namaz kılıyorsa doğrudan ‘terör şüphelisi’ oluyor. Komünist diktaya göre sadece 65 yaşı üstündekiler namaz kılabilir. Peki, koca koca kürsüleri işgal eden günümüzün İslam dünyasının alimleri, imamları, mollaları, üniversite hocaları Çin Komünist Parti’nin bu ‘fetvasına’ itiraz etmiş midir bugüne kadar? Mesela İran’da Çin Devlet Başkanı Xi ile bir araya gelen Dini Lider Hamaney, ona bu konuda bir şey söylemiş midir? Ezher’in Kürsü Başkanları Devlet Başkanı Sisi, Çin’e gitmeden önce Pekin Hükümetine hitaben bir mektup yazıp Müslümanlar üzerindeki zulmü durdurması çağrısı yapmış mıdır? Duyan varsa beri gelsin.
Çin Komünist Partisi, Doğu Türkistan’da Uygurlar, Kazaklar ve diğer Türk topluluklarını yok ediyor. Bunun için önce onların dini ve kültürel faaliyetlerini yasakladığı bir gerçek, her ne kadar birtakım milliyetçiler ve İslam Ülkeleri liderleri bunu görmese de. Buna ilişkin de her gün ya yeni bir yayınlanıyor ya da bir belge ortaya çıkıyor. Özgür Asya Radyosu’nun dün yayınlandığı en son haber de bir topluluğun temel dayanağı olan dinini koruma ve ibadetlerini yerine getirme hususiyetinin nasıl yok edildiğini bir kez daha resmediyor. Doğu Türkistan’daki yerel kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Komünist diktanın parti polisleri 65 yaşının altındakilerin günde beş vakit namaz kılmasına müsaade etmiyor. Gençlerin oruç tutmasına izin verilmiyor. Bunları yerine getirenler suç olarak görülüyor.
Radyo’nun görüştüğü Atuş şehri köylerindeki görevli polis evleri denetlediğini gençlerin namaz kılıp kılmadıklarını kontrol ettiklerini söylüyor. Görevli, “Biz gençlerin namaz için camiye gitmesinden hoşlanmayız. Ama 64 yaşını geçerlerse sorun yok” diyor. İbadetleri yerine getirmeyi tehlikeli sayan hastalıklı bir bakış açısıyla da “Onların herhangi bir dini aktivite içinde yer almasına izin veremeyiz. Sadece barış içinde yaşamalarını isteriz” doktrinini aktarıyor. Çin komünist diktasının bu zihniyetine göre dünyada İslam’a inanan, namaz kılan ve oruç tutan 1 milyar Müslüman ‘çok tehlikeli’ insanlar. Kızılsu Kırgız Bölgesindeki görev yapan bir başka görevli de bunun Doğu Türkistan çapında uygulandığını teyit ediyor şu ifadeleriyle, “İnsanlara, dini aşırılıklarını ve terörizme olan meyillerini yok edecek çalışmanın parçası olması gerektiğini söylüyoruz. Bölgemizin güvenliği yolunda birlikte çalışmalıyız.”
Bir başka parti görevlisinin açıklamaları da Kızıl yönetimin imkan olsa dünyayı nasıl yöneteceğine dair işaretler barındırıyor. Görevli, Çin Komünist Partisi’nin bu kurallarına uymayanları tespit edip karakola bildirdiklerini anlatıyor. Karakoldaki askerlerde çok büyük bir suç işlemiş olan, yani sadece hem genç hem de namaz kılma fiilini yerine getiren bu insanı hemen toplama kamplarına yolluyor. Nazi Almanyası döneminde yaşananların bir kez daha tekrar edildiğini gösterircesine. Bu da dünya kamuoyunun ‘bir daha asla’ sözünü, Çin’in paraları karşısında unuttuğunu hatırlatıyor.
Komünist diktanın kendi yayınladığı belgelerde de bile her yıl 1,3 milyon Uygur toplama kamplarında beyin yıkama ve Müslüman Türk kimliğinden arındırılma sürecinden geçiriliyor. Nazivari kamplara gönderilme gerekçesi ise aşırı dincilik. Neymiş peki aşırı dincilik, genç yaşta namaz kılmak, oruç tutmak. Peki akıl ve mantık dışı bu zihniyete bugüne kadar herhangi bir İslam dünyası ülkesi lideri veya dini önderinden bir itiraz geldi mi? Hayır. Çünkü, bir takım ekonomik menfaatlerle Çin’e göbekten bağlanan Müslüman liderler, Uygur soykırımının ilk aşaması olan İslamiyet’e olan inancın yok edilmesi gereken bir hastalık diye bakılmasını görmedi. Müslüman bir toplumun hem siyasi liderleri hem de dini liderlerinin tarih önünde ve Allah katında hesap verecekleri gün geldiğinde ‘Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’ hadis-i şerifinden ders alsaydık diyecekleri de bir gerçektir.