Çin, DNA toplayarak, insan hakları ihlalleri siciline yenisini ekliyor
1997 yılında sinemalarda gösterilen ‘Gattaca’ filmi gelecekte dünyanın biyoteknoloji alanında neler yapabileceğini tasvir ediyordu. Andrew Niccol tarafından yönetilen filmde insanların genleri ile oynayarak kurulan sınıfsal sistem işlenmişti. Kan, saç ve idrar gibi insanlardan direk toplanan maddelerle DNA’lar tespit ediliyor ve buna göre herkese bir statü ve kimlik veriliyordu. Komünist Çin Yönetimi’nin başta Doğu Türkistan’daki Müslüman Uygur Türkleri ve diğer azınlıklara yaptığına benzer şekilde. Çin, böylece onların ‘Xinjian Uygur Özerk Bölgesi’ndeki nüfus yapısını kontrol altına alma ve Han Çinlileri lehine değiştirme programını yürütüyor.
Pekin Yönetimi, nasıl ki 21. Yüzyıl toplama kamplarını ‘yeniden eğitim merkezi’ diye şirin göstermeye çalışıyorsa, Uygur halkına ait DNA’ların toplanmasına da bir isim koymuş, “Herkes için Tedavi / Physicals for All”. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) DNA toplanmasına ilişkin çalışmasında “Xinjiang yönetimi fiziksel tanı sisteminin adını, ‘özel hayatın gizliliğinin herkes için ihlali’ diye değiştirmeli” diye acı gerçeği ortaya koyuyor. Bu yöntemin sadece Uygurlarda da değil aynı zamanda Tibet halkında da uygulandığına değinilen çalışmada konu detaylı bir şekilde masaya yatırılıyor.
Çin, bugün dünyayı bir felaketin eşine getiren virüs konusundaki pervasızlığını daha önce de yapıyordu. Öyle ki, insanların DNA’larının ve biyolojik verilerinin toplanmasının nasıl yürütüleceğini bile internet sitelerinde yayınlıyor. Doğu Türkistan’taki Aksu şehrinin kamu internet sitesinde ‘Nüfus Kayıt Programı’ adı altında yaptıklarını anlatıyor, parti yönetimi. Bölgede yaşayan insanların sağlık verilerinin toplanmasına 2016 yılından itibaren hız verilmiş durumda. Programın amacı ‘nüfus kontrolü’ ve ‘sosyal düzen’in sağlanması. Devlete ait her birim kendine verilen program çerçevesinde veri topluyor. Parti kadroları ve polisler bölgede yaşayan insanların, resimlerini, parmak izlerini, göz retinalarını toplamakla yükümlü. Yerel sağlık merkezleri ise DNA ve kan örneklerinin alınmasından sorumlu. Her kişiye ait birer bilgi kartı oluşturuluyor, numaralandırılıyor ve merkeze gönderiliyor. Talimatnamelerde, ‘her köy, her mahalle, her ev ve herkese ait bilgiler mutlaka alınmalı, kimse istisna kapsamında değil’ deniyor. Halka bu programa katılımın ‘gönüllü’ olduğu söylense de Çin’de bunun ne anlama geldiğini herkes biliyor. Çünkü ‘gönüllü’ değilsen o zaman ‘yönetimle sorunun var’ demek. Bugüne kadar bütün ülke çapında toplanan veri sayısının 40 milyonu geçtiği tahmin ediliyor.
HRW’nin çalışmasına göre Amerika merkezli Thermo Fisher Scientific şirketi, Doğu Türkistan’daki Çin Polisine DNA’ların ayrıştırılması konusunda tedarik sağlıyor. Bu konu ile ilgili şirkete gönderilen ve yapılanın insan haklarına aykırı olduğu belirtilen mektuba şirketin verdiği cevap klişe bir şekilde ‘müşterilerimiz hakkında bilgi veremeyiz. Bütün müşterilerimizin kurallara uygun ve endüstri standartlarına uygun hareket etmesini bekliyoruz” geliyor. İkinci kez gönderilen yazıya bir cevap alamayan HRW, şirkete bu konuda denetleme çağrısı yapıyor. Örgüt ayrıca, Birleşmiş Milletler kararına göre sağlık alanında yapılan çalışmaların özel hayatın gizliliğine saygılı olması gerektiğine dair tavsiyesine de dikkat çekiyor. DNA’nın alınması sadece ve sadece bir suça karışma durumunda kullanılması gereken yöntem olması gerekirken, zorunlu olarak toplanan, sayısız DNA, kan örneği, retina taraması ve biometrik bilgiler, insan hakları konusundaki endişeleri artıyor bölgede. Çünkü bu tekniklerle insanların etnik, dil, din, konuşma özgürlüğü gibi alanlarda haklarının sınırlandırılabiliyor. Ki, Doğu Türkistan’da bugün 2 milyondan fazla insanın toplama kamplarında tutulması, her yere yerleştirilen son teknoloji takip sistemleri de bu endişelerin haklı olduğunu ortaya koyuyor. Bu nedenle,
HRW Çin direktörü, Sophie Richardson, “Topluma ait biyolojik verilerin, DNA’ların toplanması da dahil bir yerde toplanması, uluslararası insan haklarının kesinlikle ihlal edilmesidir. Hele de bir de bu ücretsiz sağlık programı adı altında, gizlice yapılıyorsa” diyerek dünya kamuoyunu uyarıyor.
Uygurların genetik olarak gözlem altında tutulduğuna dikkat çekilen Amerika merkezli NPR radyosunun yayınında, insanlar arasında etnik kökene bunu tespit eden DNA ayrımına göre yapılan ayrımın soykırıma dönüştüğüne dikkat çekilyor. Yayına katılan Genetik Uzmanı Yves Moreau, milyonlarca insanın öldüğü Rwanda ve Burundi’de yaşanan soykırımların Alman ve Belçikalılar tarafından yaratılan genetik ve etnik ayrımla başladığını anlatıyor. Bu nedenle ileride benzer olayların yaşanma riskine değinen Moreau, DNA toplamanın özel donanımlı teknoloji ile yapılabildiğini Amerikalı ve Avrupalı şirketlerin bu pazarda etkileri olduğunu anlatıyor. Moreau’nun verdiği, Tibetlilerin Han Çinlilerine göre 40 kat, Uygurların da yine Han Çinlilerine göre 30 kat daha fazla genetik testlere tabi tutulduğuna dair bilgi de Pekin yönetiminin bölgede attığı tehlikeli adımları ortaya koyuyor. Moreau, bu nedenle Çinle proje geliştiren bilim adamlarının dikkatli olması gerektiğini söylüyor. Nitekim New York Times gazetesinin konu hakkındaki makalesinde görüşlerine yer verilen ve Çinli bilim adamları ile çalışan Amerikalı Bilim Adamlarından Dr. Kenneth Kidd de toplanan verilerin hangi amaçla kullanılacağının tam olarak farkında olmadığına değiniyor. O, Çinin bilimsel normlara göre hareket edeceğini düşünüyordu. Ancak son dönemde Uygurların yaşadıkları baskı da DNA toplamanın da yöntem olarak kullanıldığı haberlerle birlikte Dr. Kidd, endişelerin ortaya çıktığını ifade ediyor. Bu durum ise halk arasında zaman zaman kullanılan, “Cehenneme giden bazı yollar iyi niyet taşları ile döşelidir” sözünü hatırlatıyor.
Aynı makalede görüşlerine yer verilen Uygu film yapımcısı Tahir Hamut, 2017 yılının mayıs ayında ‘gönüllü’ olarak girdiği kan verme sırasını anlatırken kullandığı “Kimse, bu durumda, bu kadar baskı altında ‘kan örneğinin araştırma için verip vermeyeceğine dair sorunun aynı zamanda ne kadar tehlikeli olacağını tahmin edemez” diyerek yaşananları özetliyor.
Uygur Hareketi Kurucusu ve Direktörü Rushan Abbas’ın şu çağrısına bütün dünyanın kulak vermesi gerekiyor artık: “Soykırımı önlemek için hala geç değil. Cesurca hareket etmeli ve bu zulme son verilmeli. Çin, milyonlarca Doğu Türkistanlıya uyguladığı dile getirilmeyen suçlarına karşı cezalandırılmalı.”