Her yıl mayıs ayının ikinci pazar günü bütün dünya da Anneler günü olarak kutlanıyor. Hangi yaşta olursa olsun, her çocuk için, varlıklarını ona borçlu oldukları annelerinin kıymetini bir kez daha hatırlama adına önemli bir fırsat. Diğer taraftan, annesizliğin acısını görmek isteyenler için de ders niteliğinde bir gün. Ve bunun için çok da uzağa gitmeye gerek yok. Bütün dünyanın gözleri önünde bu yıl da milyonlarca Müslüman Uygur Türkü annelerinde ayrı bir şekilde bu özel günü karşıladı. Çin hükümeti, işgal ettiği Doğu Türkistan’ı tamamen kontrol altına almak için uyguladığı soykırım yöntemleriyle ‘Müslüman Türk’ bir evlada sahip olmayı ve bir Uygur Anne olmayı neredeyse suç saydı.
Amerika’da bilişim alanında çalışan Shayida Ali anneler günü nedeniyle yayınladığı videoda neden annesiyle irtibat kuramadığını şöyle açıklıyordu. “Annenizle konuşmanın sizi korkuttuğu veya annenizin sizi aramasının onu korkuttuğu duygusunu yaşadınız mı hiç?” diye sormuştu Shayida Ali, dün Twitter’da anneler günü nedeniyle yayınladığı çağrısında. 3 yıldır birbirlerinin sesini hiç duyamamıştı Shayida Ali ile annesi. Birbirlerini arayamamalarının nedeni telefonları nasıl kullanacakları bilmiyor olmaları değildi tabi ki. Bunun sebebi Çin hükümetinin bir annenin yurt dışındaki çocuğunu aramasını suç ilan etmesi. Yurt dışında özellikle de Amerika’da bir evlada sahip olmak Doğu Türkistan’da büyük tehlike ve anne babaların toplama kamplarına gönderilmesi için ‘çok kritik bir delil’. Shayida Ali’nin babası Elijan Mahmut bu tehlikeli suçu işlediği için Çin’in Uygurlar için inşa ettiği toplama kampına gönderildi ve kendisinden 2017 yılından beri haber alınamıyor. Boston’da yazılım mühendisi olan Shayida Ali, “Sadece şunu sormak istiyorum. Bugün ‘anneler günün kutlu olsun’ diye sormak veya çocuğunu yurt dışına okumak için göndermek suç mu?” diyerek yetkililere sesleniyor. Shayida Ali de bir evlat için anne ile konuşamamanın nasıl hüzün dolu bir boşluk olduğunu son yıllarda en çok hisseden Müslüman Uygur Türklerinden biri. Doğu Türkistanlılar artık annesinin sağlığını dahi soramıyor.
Çin Komünist Partisi, işgal ettiği Doğu Türkistan topraklarında, Müslüman Uygur Türklerine yönelik soykırım suçlarına son yıllarda, her gün bir yenisini daha ekliyor. 2014 yılında inşa etmeye başladığı toplama kamplarının sayısı şu anda 1200’ü geçmiş durumda. Nazilerinkine benzer toplama kamplarına gönderilenlerin sayısının 3 milyonu buldu. Ve bunların önemli bir kısmı da kadınlar, yani çocuklarından ve eşlerinden koparılıp 21. Yüzyıl modern hapishanelerine gönderilen anneler. Pekin Yönetimi, Uygur neslini yok etmek için kamplarda kalan kadınlara sürekli ilaç vererek onların doğum yapma yetilerini ortadan kaldırırken, diğer taraftan da 500 binden fazla çocuğu topraklarından koparıp birer mankurt gibi yetiştirilmek üzere Çin’in iç bölgelerine gönderdi. Burada yapılmak istenen çok net bir şekilde, bir toplumu ayakta tutan aileyi parçalamak ve o toplumu yok etmek. Ki bu da 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanıp yürürlüğe konulan “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme” kapsamındaki suç tanımlarına bire bir uyuyor.
Müslüman Uygur Türk annelerine yönelik yapılan bir başka zulüm ise, zorla kürtaj yaptırılarak çocuklarının alınması. Kamplara gönderilen veya bir şekilde uyduruk gerekçelerle gözaltına aldıkları kadınlar eğer hamile ise zorla hastaneye götürülüp orada bebekleri alınıyor. Eşleri kamplara gönderilen anneler ise ‘Eşleşme ve Akraba Olma’ adlı program aracılığı ile bir başka şekilde hedef haline getiriliyor. Her iki ayda bir 1,1 milyon Han Çinli, Müslüman Uygur Türklerinin mahremiyetini yok etmek üzere onların evlerine kalmaya gönderiliyor. Bu kadrolu akrabalar gittikleri evlerdeki hayatı George Orwell’in 1984 adlı romanındaki ‘Düşünce Polisi’ karakterlerinin yanması gibi takip ediyor. Eğer şüpheli bir durum görürlerse, ki bir anne için domuz eti yerine koyun etinde yemek yapmak, başını dinin gereği örtmek, evi temizlerken besmele çekmek gibi çok tehlikeli (!) suçlar, hemen merkezi yönetime bildiriyor. Bu anne de kampa gönderiliyor. Çin’in sözde düşünce polisleri Orwell’in düşünce polislerinden bir adım daha öteye gidiyor. Uygur kadınları ile aynı yatağa giriyor. Yani Uygur Hareketi Kurucusu Rushan Abbas’ın dediği gibi toplu tecavüzlerin önünü açıyor Pekin Yönetimi bu sistemle. Geleceğin Uygur Annelerini oluşturacak genç kızların zorla Han Çinlileri ile evlendirildiği gerçeğini de bir kez daha ifade etmek gerekiyor bu noktada.
Uygur annelerinin başına gelen zulümlerin bir başka perdesi de Komünist Çin Partisi’nin vahşi kapitalist amaçları uğruna, batılı şirketlere üretim yapan fabrikalarda atölyelerde zorla çalıştırılmak. Kimi doktor, kimi mühendis, kimi mimar, kimi yazar, kimi profesör olan kadınlar yani anneler, Çin’in atölyelerinde köle olarak çalışıyor. Bugüne kadar 500 binden fazla Uygur’un fabrikalara gönderildiği belirtiliyor ki, Covid-19 virüsü bile Çin’in hırslarını durdurmamış daha virüsün yayıldığı dönemlerde anneler fabrikalara hayatları hiçe sayılarak çalışmaya gönderilmişti. Batılı demokratik ülkelerdeki dev markların yöneticileri ise bu yıl da Uygur annelerin emekleri üzerinden elde ettikleri karlarla mutlu mutlu bir anneler gününü daha kutluyor bu günlerde.
Tarihi, Philadelphia’da yaşamış Anna Jarvis’in annesinin ölüm günü olan mayıs ayının ikinci pazarını 1907 yılında ‘anneler günü’ olarak kutlanması için başlattığı kampanyanın dayanan bu özel gün, Müslüman Uygur Türkleri için aynı zamanda birer hüzün günü demek. Çünkü Milyonlarca Uygur bugün anneleri ile değil telefon görüşmesi yapmak nerede olduğunu dahi bilmiyor. Sırf Doğu Türkistan’daki zulmü anlattı diye Uygur Hareketi’nin kurucusu Rushan Abbas’ın kız kardeşi Gülshan Abbas, 2018 yılının Eylül ayında kaçırıldı. Kızı Ziba Murat o tarihten beri bir daha annesinden haber alamadı. Çünkü Çin hükümeti onların birbirleri ile iletişim kurmasına izin vermiyor, nerede olduğu bilgisini de saklıyor.
Uygur annenin yurtdışındaki oğlunu veya gurbetteki bir kızın Anavatanı Doğu Türkistan’daki annesini araması Çin hükümeti tarafından suç kabul edilmiş durumda. Geçen aylarda yayınlanan Karakaş Belgeleri’nde yer alan Uygurların o bölgedeki kampa gönderilme gerekçelerinden biriydi yurt dışında birisi ile irtibatı olmak ve onunla iletişim kurmak. Bu nedenle Doğu Türkistan’daki anne babalar gurbetteki çocuklarını aramaktan vazgeçiyor. Kimileri bir daha telefona çıkmıyor kimileri de son kez arayıp “Oğlum sakın bizi bir daha arama” diyor tıpkı Dünya Uygur Kurultayı Başmüfettişi Abdulhakim İdris’in Doğu Türkistan’daki zulmü anlatan ve annesine hitaben yazdığı mektupta anlattığı gibi. Şöyle diyordu İdris, “Sevgili Annem, seninle yaptığımız telefon görüşmesinin üzerinden 3 yıl geçmiş. “Çocuğum artık bize telefon açma, bela açılmasın” demiştin o gün. Şu anda seninle konuşuyormuşum gibi sesini hatırlıyorum. Ağladığını hatırlıyorum, çok korktuğunu hatırlıyorum. Oradan ayrıldıktan sonra, eşi benzeri görülmemiş bir zulüm yaşadı ailemiz.”
Doğu Türkistan’daki anneler de seslerini bir daha duyamadıkları çocuklarının ardından Lutpulla Mutellip’in şu mersiyesini okuyor artık:
Dünyaya gelip bulduğum,
Aziz canımdan ayrıldım.
Ben biçare garip neyleyim,
Keşpullamdan ayrıldım.
Kötü feleğin derdinden,
Ömrüm tükendi ağlayarak.
Oğlumu göremeden,
Yüzünden sevemeden.
Botam diye ağlayamadan,
Keşpulladan ayrıldım
Anamla babama,
Mektuplar yazmıştım ben,
Şimdi ne diyeyim,
Göremedim oğlumu ben.